Silah kime helal, kime haram? (2)

Dün itibari ile tartışmayı hangi zeminde yapacağımızı belirlemek adına sizlere bazı sorular sormuştum. Sanırım siz de kendinize göre bu sorulara cevap vermiştiniz. Eğer zamanınız varsa bu sorular eşliğinde ben de bu Büyük TIR Operasyonu hakkında yorumlarımı paylaşmak istiyorum.
Suriye ve Irak’ta yaşanan sürecin sorumlusu olarak Türkiye’yi görenlere ve savaşın sürmesi için lojistik destek sağladığı ifade edenlere benim de bir kaç diyeceğim olacak.
Yıl 1991. Irak uluslararası toplumun tanıdığı bir devlet. O dönemde iktidarda BAAS rejimi ve onun da başında Saddam Hüseyin var. Saddam hepinizin bildiği üzere Kuveyt yenilgisi sonrası isyan başlatan (özellikle bu şekilde yazdım, çünkü o dönem böyle ifade edildi.) Kürtlere ve Şiilere yönelik askeri operasyonlar başlatmıştı. Kuzeyde ve güneyde başlayan halk ayaklanmalarını bastırmak adına da tanklarını Erbil’e ve Basra’ya göndermişti. Bu ilerleyiş karşısında uluslararası toplumdan yardım görmeyen halk geri çekilmek ve İran ile Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştı. Türkiye uluslar arası toplumu devreye sokarak bu katliamların önüne geçmeye çalışmıştı. Neticesinde uluslararası toplum ile beraber Çekiç Güç operasyonunu başlatmış ve insanların hayatını kurtarmıştı.
Yani isteyince bir ülke meşru bir devletin yaptığı katliama sessiz kalmıyormuş. Hatta bu amaçla o ülkedeki gruplara silah ve lojistik destek sağlayabiliyormuş. Kendi ülkesinde başka ülkelerin silahlı kuvvetlerine ait unsurları onlarca yıl barındırabiliyormuş. O uçakların Irak devletinin hedeflerine saldırmasına müsaade edebiliyormuş. Bunu da ülkene göç eden 350 bin mülteciden sonra yapabiliyormuşsun.
O malum ülkede merkezi hükümetin izni olmadan başka gruplarla askeri anlaşmalar imzalayıp üsler kurabiliyor ve silah yardımı yapabiliyormuşsunuz. Hatta bu üsler hala göreve devam edebiliyormuş.
Hadi isterseniz biraz da Ortadoğu dışından örnekler verelim.
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra başlayan iç savaş sürecini aranızda unutanınızın olduğunu düşünmüyorum. Ama kısaca bir kaç bilgi vererek olayı anlatmaya başlayayım. Savaşın başlangıç tarihi konusunda hafızalarımız bizi hep Saraybosna kuşatmasına götürür. Ama işin içinde olanlar işkencelerin, esir kamplarının ve tecavüzlerin başladığı tarihi birkaç sene öncesine götürür. O zamanki meşru hükümet, toplu bir soykırımın hazırlığını Avrupa’nın göbeğinde rahat bir şekilde sürdürmüştü. Türkiye gelişmeleri uluslar arası toplum ile paylaşmasına rağmen hiçbir tepki uyandıramamıştı. O dönemde öldürülen ve kayıp olan insan sayısı hala bilinmemektedir. Bu baskıların neticesinde ülkemize binlerce Müslüman Boşnak göç etmişti. Daha sonra bildiğiniz üzere, BM gözü önünde yaşanan onlarca katliam... BM aldığı silah ambargosu kararı ve sivillerin tek başına bırakılması... Sırp ordusu tarafından silah anlamında desteklenen milisler tarafından katledilen binlerce masum insan... Hırvatların Almanlar tarafından her türlü konuda desteklenmesi... BM’nin aldığı kararların Sırp milislerin işine yaradığı düşündüğünden uluslararası toplum ile beraber örtülü operasyonlar yaparak Saraybosna’nın yıllarca ayakta tutulması... Kosova müdahalesinde BM kararı olmamasına rağmen hava harekatı düzenlenmesi... Sırp milisleri ile mücadele eden grupların Türkiye’de eğitilip ülkelerine geri gönderilmesi... Bunları yaparken de tek düşünülenin Avrupa’nın göbeğinde yaşanan bir Müslüman soykırımının engellenmesi...
Size bir sorum olacak; eğer bu yardımlar olmasa sizce Sırplar katliamdan vazgeçer miydi? Kuzuyu kurdun insafına bırakabilir miydiniz? Sakın bana bunlar şu anda yaşananlardan farklıydı demeyin. Bire bir aynı örtülü operasyonlar.
Suriye ve Irak’ta başka ülkelere ait askerler cirit atıp idareye el koymuşken Türkiye’yi savaşın bir parçası gibi göstermek isteyenlere şu andaki tabloyu ve durumu kısaca bir kez daha özetleyeyim.
Irak topraklarında İŞİD ile mücadele amacıyla geldiğini öne süren onlarca ülkenin özel kuvvet personeli bulunmakta, İran Bağdat ve Kerkük’teki askeri otoriteyi ele alarak askeri personeli ile savaşı idare etmektedir. Irak merkezi hükümetinin bütün itirazlarına rağmen AB ve ABD Kürt Bölgesel Yönetimi bölgesine kayıt dışı silah göndermeye devam etmektedir. Irak’ın meşru hükümeti, silah gönderen ülkeleri yasadışı silah sevkiyatı yapılmaması konusunda uyarmasına rağmen, bu uyarı hiçe sayılmaktadır. Resmi güvenlik güçlerinin dışında herhangi bir otoriteye bağlı olmayan on binlerce milis iç savaşın içine karışmış durumdadır. Ama haklısınız Türkiye de bu savaşın içinde belirleyici rol oynamaktadır!
Gelelim herkesin yeri göğü yıktığı Suriye meselesine.
Arkadaşlar Suriye ile ilgili konuşacak onlarca konu olduğundan, bizim TIR mevzusu ile de bağlamak için meseleyi mühimmat miktarına getireceğim. Suriye iç savaşında bir günde harcanan mühimmatın miktarı hakkında bilgi sahibi olanınız var mı? Bu miktarı en basit şekilde, savaşın içinde yer alan aktif silah miktarından yararlanarak bulabiliriz. Suriye’de çeşitli gruplara ait 100 bin aktif çatışan üzerinden de hesaplama yapabiliriz. Bu arada bir şeyi de eklemeden geçemeyeceğim. Bu verdiğim rakamlar silahı kullananın eğitimine göre değişiklik gösterebilir. Ben nizami olan üzerinden hesaplama yapıyorum. Savaş’ta her bir silah için günlük 100 mermi sarf ediliyor deseniz, toplamda miktar 10 milyon eder. Buna topçu, tank, uçaksavar, havan vb. silahları da eklediğiniz de miktarın ağırlığı binlerce ton eder.
Bu bilgiyi teyit etmek adına, bilinmeyen bir bilgiyi de sizlerle paylaşmak isterim. Uluslar arası birimlere ait askeri yetkililer, Suriye devletinin yoğun saldırdığı dönemlerle ilgili bir istihbarat çalışması yapmışlar. Halep’e atılan varil bombaları dahil olmak üzere, uçak saldırıları ve topçu atışlarının zaman çizelgesini oluşturmuşlar. Saldırılar yoğun bir şekilde üç dört gün sürdüğünü ve daha sonra kesildiğini fark etmişler. Bunun nedenini araştırdıklarında karşılarına lojistik bir sorun olduğu çıkmış.
Rusya devletinin çok uzun zamandan beri her hafta iki adet mühimmat yüklü gemiyi Suriye’ye gönderdiğini fark etmişler. Bu iki geminin mühimmatının boşaltılması ile beraber saldırıların başladığı, mermi bitince de kesildiğini anlamışlar. Bunu hava şartları nedeniyle ulaşım kesildiği dönemlerle karşılaştırdıklarında farklı bir tablo ortaya çıkmamış.
Düşünsenize rejim güçleri bile iki gemi dolusu mühimmat (ortalama 20.000 ton yapar) ile savaşı yoğun olarak dört gün sürdürebilmektedir. Buna İran tarafından gönderilen silah ve mühimmatı eklemiyorum bile. İşin en önemli kısmı, bu iki ülkenin kullandıkları silah Suriye ile eş olduğundan, lojistik anlamda desteklemede de problem çekmemektedirler.
Bu arada İran ve Rusya askeri personeli ile de Suriye rejimine desteğini sürdürmektedir. Hatta İran devleti Şam’da rejimi desteklemek adına 7.000 askeri olduğunu açıklamaktan da çekinmemektedir.
Gelelim Suriye’nin kuzeyinde yer alan Kürt kantonlarının durumuna.
Kantonların güvenliği için İŞİD ile mücadele kapsamında bulunan koalisyon güçleri aktif anlamda hava ve lojistik desteklerini bu bölgeye sürdürmeye devam etmektedirler. Size desteğin büyüklüğünü anlatmak adına kısa ama önemli bir bilgiyi paylaşmakta yarar görüyorum.
Türkiye’nin 1984 yılından bugüne PKK ile mücadele kapsamında düzenlediği hava harekatlarındaki toplam sorti sayısı 700 iken, koalisyon güçlerinin Suriye’nin kuzeyinde İŞİD ile mücadele kapsamında yaptığı bomba sorti sayısı 1700 dür. Bunlarla da yetinmeyip, Koalisyon Güçleri bölgede özel kuvvetlerini eğitim ve lojistik amaçlı bulundurmakta, hatta gerektiğinde havadan silah yardımı bile yapmaktadır. Belki şimdi de şöyle söyleyeceksiniz: “Ama bunlar İŞİD ile mücadele kapsamında yapılıyor”. Eh o zaman da diğer bölgelerde İŞİD’e hava saldırısının niçin düzenlenmediğini veya İŞİD ÖSO’ya saldırdığında onlara hava desteği vermeye neden gerek olmadığını sormaya gerek yok sanırım.
Şimdi bazılarınızın bunları anlattıktan sonra, “kardeşim bunların Türkiye’nin yasa dışı yollarla silah göndermesi ile ne alakası var, başka bir suç, bu suçu aklamaz” diyebilirsiniz.
İşte bende tam bunu demenizi bekliyorum. Bana bir açıklasanıza silah kime helal kime haram. Vallahi benim misyonum birbirinden farklı düşünenleri ikna etmeye çalışmak değil. Yapmaya çalıştığım tek şey olaya ne kadar ideolojik baktığımız ve vicdanen ne kadar uçuruma yuvarlandığımızı bir kez daha duvara yazmak.
Bu tartışmaların içindeki vicdan eksikliğinin beni rahatsız etmesi sonucunda yaptığım yalnızca bireysel bir isyan...
Millet tartışırken toptan savaşa hayır dese gam yemeyeceğim. Hatta alkışlayacağım. Problem, insanların kendi ideolojilerine uygun olan gruplara insan kaynağı ve lojistik destekler verilmesine karşı çıkmazken, diğerine verilen desteğe karşı çıkıyor olması. Bu şekilde tartışmalara güdümlü taraf olunmasından, haliyle boş tartışmalar yapılmasından ve hele hele de cahil yerine konmaktan rahatsız oluyorum. Suriye’de yapılan yanlışları genel anlamda tartışsanız ben de ön tarafta yürüyeceğim de sadece kendinize aydın olunca, ben de sessiz kalamıyorum.
Bu anlattıklarımdan sonra siz hala Türkiye’nin sevk ettiği iki TIR la (hadi siz deyin 100, ben diyeyim 500 ) koca savaşı finanse ettiğini mi düşünüyorsunuz. Açıkçası kimlerin finanse ettiği ortada, ancak içiniz el verip söyleyemiyorsunuz. Sizin söylemedikleriniz yüzünden, ben de ülkeme bu kadar yüklenilmesini içime sindiremiyorum.
Neyse topluca savaşa hayır, silahlara hayır dediğiniz zaman beni çağırın. Kendiniz dışındakilere silah gönderildiğinde bağırdınız da değil.

Tüm yazılarını göster