Saraybosna’da Vehbi Hoca’dan bir fırça yedim ki sorma!

Yedan ile Deset arasındaki sayıları öğrendim şükür. Eşimi bunca yıl içinde 10 defa yenememiş olsam da tavla bilmemin, daha doğrusu tavla edebiyatına aşinalığım sayesinde Boşnakçadaki sayıları ezberimde tutabiliyorum.

Sadece “Düşeş attım yek geldi” bile yetiyor. Yek’ten Yedan, Dü’den Dva, Şeş’den Şest’i hatırlaması kolay.

“Penç ü se, severler güzeli gençüse”’deki Penç az biraz Pet’i çağrıştırsa da, Se ile Tri alakasız kalsa da birden ona kadar sayım işi tamam.

Tabelalardaki J harflerini Y, DZ’yi C okuma işi de bir hayli ilerledi, internet üzerinden Türk gazetelerini okurken imaj kelimesini imay, jandarma’yı yandarma okumaya başladım, Avdage’nin Abdullah Ağa demek olduğunu da öğrendim, iş bitti.

Artık Boşnak sayılabilirim.

Hatta bir aylık Boşnak olarak Gazi Hüsrev Begova Camii Başmüezzini Vehbiya Hoca’dan fırça bile yedim. Ceketimin yakasına baktı, “Nerde bayrağın?” dedi ve kendi ceketinde kalbinin tam üstüne gelen yere sabitlediği ay-yıldızlı bayrağı gösterdi. Ebelek lübelek kaldım.

Bildiği Türkçe 3 cümle...

“Ben Osmanlı. Türkiye’yi çok seviyorum. Çok yaşa Tayyip Erdoğan.”

O kadar.

Benim tavladan mülhem Boşnakçam, Vehbiya Hoca’nın Türkçesi'nden daha iyi ama dedim ya gönül dili araya girince baş dili müflis fırıncı küreğinden farksız hale geliyor, anlaşıyorsunuz.

Saraybosna’da doktora yapan Bahar ve Bayram Şen’in tercümanlığını elbette yok sayıyor değilim ama “Kalpte kalbe bir yol vardır görülmez, gönülden gönüle gider yol gizli gizli.”

Begova Camii Başmüezzini Vehbiya Şeçeroviç, bizim gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı’nın babası. Başçarşı’daki karşılaşmamızı telefonla kızına haber vermiş hemen.

“Ahmet Ercan’la tanıştım!”

“Ercan değil baba, Tezcan.”

“Hakkını helal etsin, ben yanlış anlamışım. Güzel sohbet ettik.”

“Senin Türkçenle mi baba?”

“Ben anlaşıyorum Türklerle, sen ne bilirsin!”

Vehbiya Hoca; Tito zamanında hafız olmuş, Kur’an okumaları yüzünden defalarca gözaltına alınmış, Aliya İzzetbegoviç hapse atıldığında tutuklanmayı göze alarak camide açıktan onun için dualar okuyup "amin" dedirtmiş, savaşta şehid olan oğlunun cenazesini bizzat kıldırmış, ablasının parçalanan bedenini elleriyle toplayıp defnetmiş, Gazi Hüsrev Begova’nın vasiyetini yerine getirip geleneği sürdürmek için yoğun saldırı altında havaalanı yakınına kazılan o daracık tünelden iki koyun geçirip camide kestirmiş, yüzünde yaşanmış onca acının zerresini yansıtmadan hayata ve insana daima gülümseyen bir adam.

Adam gibi adam!

Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosna fethinden önce gördüğü rüyayı anlattı.

Rivayete göre Fatih, fetih gecesi düşünde Peygamber Efendimiz’i görür. Yanında Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Hz. Ali vardır. Fatih uyanır ve “Böyle bir rüya gördüm hocalar, sadece Hz. Ömer yoktu, nedir bunun anlamı?” diye sorar. Ulema tevil eder:

“Resulallah Bosnalıların Müslüman olacaklarına, Hz. Ebubekir özü sözü bir, doğru ve sadık olacaklarına, Hz. Osman iyi huylu ve sanata meyilli olacaklarına, Hz. Ali ise savaşçı ve ilim sahibi olacaklarına işaret. Hz. Ömer’in bulunmayışı, bu beldede haksızlık ve adaletsizliğin hüküm süreceğine işarettir!”

Bunu anlattı bana. Rüya tabirini asla beceremem ama o an dilime geleni söyleyiverdim.

“Fatih’in ulemâsının ilk söylediği doğru ama Hz. Ömer’in olmayışını ben farklı okuyorum.” dedim.

“İlk söyledikleri Boşnakların ihtiyacı olan şeylerdi, adalet ve hakkaniyete ise ihtiyaçları yoktu, onlar zaten adil ve hakkaniyet sahibi idiler. Bunu tarih boyunca daima, son savaşta bütün dünyaya ispat ettiler.

Tarihin en alçakça ve en ahlaksız soykırımına uğramalarına rağmen, bunu nefrete, kine ve intikama dönüştürmediler. Zulme zulümle karşılık vermediler. Hz. Ömer’in rüyada görünmeyişi bundan.”

Gözlerimin içine baktı, ruhumun fotoğrafını çeker gibi. Sadece adımı sormakla yetindi. O kadar.

Söylediklerimde samimi idim.

Aliya İzzetbegoviç merhumun hayatını biraz okuyan, onun savaş sırasında Bosna ve Hersek’i ayakta tutmak, Müslüman Boşnakların yok olmamasına çabalamak kadar, savaş sırasında ve savaş sonrasında Sırplara karşı nefret, kin ve intikam duygusunun oluşmaması için nasıl ter döktüğünü anlar.

Askerlerine daima “Bu savaşı ancak ahlaken kazandığımız zaman zafere ulaşmış sayılırız” diyen Aliya İzzetbegoviç’in çabası boşa gitmemiş.

Kendilerine yapılanları asla unutmuyorlar ama acıyı, nefret, kin ve intikam aracına dönüştürmeyi de insanlığa ve İslamlığa aykırı sayıyorlar. Acıdan acı üretmek ve ılgıt ılgıt kan edebiyatı yapmak, yani hamâset, Boşnaklar için hamâkattan farksız.

Şikâyetlerini ona buna değil sadece Allah’a ileten, inadı kadar sükûtu ile de meşhur Boşnaklar’dan bütün insanların, onların bilge lideri merhum Aliya İzzetbegoviç’ten de bütün liderlerin öğreneceği çok şey var!

Türkiye’yi ve Türkleri gerçekten çok seviyorlar. Bosna ve Hersek Cumhuriyeti’ne yapılan yardım sıralamasında Türkiye ilk 10’da bile yer almamasına rağmen, Türkiye’nin en küçük desteğini başka ülkelerden gelen en büyük desteğe tercih ediyorlar. Aslında yardımda da gözleri yok. Türkiye’den ve Türklerden sadece bir tek şey bekliyorlar.

Öl; söz verme, öl; sözden dönme!

Sadece bu!

Bir Türk’ün sözünde durmaması, Boşnak yüreğini Çetnik kurşunundan daha ağır yaralıyor!

Ah be Leylâ!

Ahmet Tezcan / Saraybosna

Tüm yazılarını göster