NEREDE YANLIŞ YAPIYORLAR?

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

-Bu hafta yazı gecikti-

3 Aralık’ta İstanbul’daydım. Sabah uçağıyla gittim. Uçaktakilerin çoğu Kılıçdaroğlu’nun açıklama yapacağı toplantıya gidiyorlardı.

Onlardan biri “Toplantıya mı gidiyorsunuz?” dedi, “hayır” dedim.

“Siz geçmişte CHP yönetiminde değil miydiniz?” dedi, “öyleydim” dedim.

“Akit Gazetesi sizin için ‘Kemalist Profesör’ başlığı atmıştı” dedi, başımı salladım.

“Onu geçtim, etkisi yüksek bir köşe yazarısınız, okuyan çok kişi biliyorum” dedi, “sağolun” dedim.

Israrlıydı, “Peki neden toplantıya katılmıyorsunuz?”

Cevap basitti, “Çünkü davet edilmedim.”

Çağrılan onca gazeteci arasında da konuklar arasında da yoktum.

“Kemal Bey sizi sever” dedi, “Elbette bilirim beni sever ama onun bu durumdan haberi bile yoktur” dedim.

“İstanbul’a gezmeye o zaman” dedi.

“Yok” dedim, “İş görüşmelerim, bir söyleşim ve bir de yemeğim var.”

Ayrıldık.

Yoğunluktan Kemal Beyin açıklamalarını, olup biteni geç vakit eve döndüğümde öğrendim.

Neo-liberalizmin sorgulandığı, birçok ülkede çöpü boyladığı günlerde neo-liberal reçeteler sunmuş Kemal Bey.

ABD’nin Türkiye ile ilgili entrikalarının sıcağı soğumadan, ABD’li bir ismi baş danışman yapmasını tuhaf buldum.

Çoğu akademisyen 70 kişilik bir heyet kurulmuş, bir kısmı sahnede konuşmuş.

Tarihi dizilerden öğrenen, kahramanları dizilerden seçen ülkemin bilgiyle ilişkisini analiz eden bir Allah’ın kulu nasıl çıkmaz?

Ülkeleri akademisyenler kurtarmaz, liderler kurtarır. Akademisyenler liderleri bilgiyle beslerler, kendi şovlarını yapmazlar.

CHP’nin etkinliğinde akademisyenler Kemal Beyin önüne geçmiş.

Dünya mütevazısı Selvi Kılıçdaroğlu’nun uyuklaması ekrana getirilince, görüntüyü eleştiren Yılmaz Özdil’e höykürmüşler!

O da yetmemiş, Kadın Kolları Başkanı basın toplantısı düzenlemiş. Hem de niçin? “Selvi Hanım uyudu ama sorun bakalım neden uyudu? Koronadan” demek için!

Korona riskiyle yüzlerce kişinin olduğu toplantıya katılmak nasıl bir sorumsuzluktur suçlamasını hak eden biri değil Selvi Hanım.

Davet edilmeyişimin nedeni ortada değil mi?

NE DEMEK BOYUN KIRMAK?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yılbaşından itibaren enflasyonun boynunu kıracağız” demesini hiç hoş bulmadım.

Kadın cinayetleri almış başını giderken, sözlü/sözsüz her tür şiddet toplumun yakasına yapışmışken.

TBMM’de yumruklaşmalar yaşanırken, sokakta bir vekil bıçaklanmışken.

Enflasyonu düşürmek daha kan/şiddet kokmayan bir şekilde ifade etmeliydi.

YAVAŞ’I NEDEN SEVİYORLAR?

Gece, Mansur Yavaş’la aynı uçakta Ankara’ya döndüm.

Bir siyasi partide küçücük yer tutmuş olanlar bile üç beş kişilik heyetle “business class”a kurulduğu anlarda, Mansur Bey tek başına geldi, ekonomi sınıfında uçtu.

Sessizce. “Ben buradayım” diye bağrışmayan bir mütevazılıkla.

Yine de uçaktakiler fark etti, oturdukları yerden onu görmek için kafalar uzandı.

Yavaş’ı ilgi çekici, güvenilir kılan işte bu sadelik, doğallık, alçakgönüllülük ve herkes gibilik.

BENİM İÇİN

Bir, İsmailağa Cemaatine bağlı bir vakfın kurucusunun 6 yaşındaki kızını evlendirilmesi başımıza bomba gibi düştü.

Benim için çocuk istismarı, tacizi, tecavüzü cinayetten ağır suç. İstismarı yapan ve yapılmasına neden olanlar seri katillerle aynı seviyede yargılanmalı.

Dezavantajlı kesimlerin (çocuklar, yaşlılar, engelliler) bulunduğu tüm ortamlarda denetim şeffaflaşmalı ve yoğunlaşmalı.

İki, genç bir kadın kendisine doktor süsü verip herkesi kandırıyor. En çok anne babası için üzüldüm. O nasıl bir hayal kırıklığıdır ki…

Hastanede doktorluk yapıyor, nöbete kalıyor, ameliyata bile giriyor!

İşin bu kısmını ezberledik, çünkü medyamız konuyu neredeyse arkası yarın gibi uzattıkça uzattı.

Kimse dönüp de hastanenin bu kadar başı boş, sağlık hizmetlerinin bu kadar denetimsizliği üzerinde durmadı.

Benim için büyük sorun kızda değil, sağlık sisteminde. Dolandırıcı suçlu da, dolandırılan ne yapıyordu?

Üç, Washington Üniversitesi’nden Ian Bogost, sosyal medyayı eleştiriyor, “Sosyal medyadaki zayıf bağlar için, gerçek yaşamdaki güçlü bağlarımızdan vazgeçiyoruz” diyor.

“Sosyal yaşamımızın ruhunu geri kazanmak için sosyal medyada daha az kişiyle, daha seyrek konuşmamız gerekiyor.”

Benim için en doğru saptama bu. Sosyal medyada herkes herkese laf yetiştiriyor, halbuki gerçek yaşamda herkesle sürekli konuşmayız ki.

Dört, yıllarca Mehmet Öz denen adamın sağlık konusundaki soytarılığını eleştirdim, köşe yazdığı Hürriyet’i kınayan onlarca yazım oldu.

Öz, ABD seçimlerinde kaybedince, ilişiğini sınırlandıran üniversite memnun oldu, “Seçim bahanesiyle kurtulduk” demeye getirdiler.

Benim için en iyi vuruş Obama’dan geldi, “Eğer biri para için yılan yağı satmaya hevesliyse seçilmek için de her yalanı söyleyecektir” dedi Öz’ü hedef alarak.

Beş, Vedat Milor sosyal medyanın toksik ortamına vurgu yaparken “Düzgün kalabilmek için güçlü bir özsaygı ve çelik gibi irade gerek”tiğini söylüyor.

Benim için o dediğini yapmak başlı başına bir mücadele alanı.

KELEBEĞİN KANATLARI

Altın Kelebek ödülleri bizim küçük köyün Oscar’ı gibi bir şeydi eskiden.

Tartışılır, eleştirilir ama itibar görürdü.

Son yıllarda itibarı sizlere ömür. İtilir kakılır bir etkinlik oldu.

İki nedeni var, birincisi ödül değerlendirmelerinin şeffaf olmaması. Hep bir karanlık. Bir şaibe.

İkincisi, birincinin sonucuydu, ödüle değer bulunmayan ödül sahipleri.

Son ödül gecesiyle ilgili üç şey yazıp geçeceğim;

Bir, gecede yerini bulan sadece üç ödül vardı; Ezgi Mola, senarist Sema Ergenekon ve minik oyuncu Azra Aksu.

İki, güldürmesi beklenen Yasemin Sakallıoğlu’nun aday bile gösterilmeyişine tepkisiydi. Tam yerinde bir eleştiri oldu.

Üç, Müge Anlı’nın ödül alırken lakayt tavrı ve daha da ötesi “gelecek yılki ödülü alacağını” da beyan ederek Kelebek üzerindeki şaibeye büyük katkısı.

Anlı’nın şaibe ilanının hiçbir medya sitesi tarafından haberleşmemesi ayrıca yazıklar olsunluk.

Aynı anda Youtube’da canlı yayında eleştirel ödül dağıtımı düzenleyen arkadaşın Kelebek ödüllerinden çok izlenmiş olması her şeyi anlatmaya yeter.

NE KADAR OLGUNLAŞTIK?

İnsanın olgunlaşma düzeyi, zor bir durumla karşılaşınca sergilediği tavırlardan belli olur.

Olgunlaşmak duygu düzeyine eşlik eden bir yaşam düzeyidir. Demlenmek derim ben.

Olgunlaşan insan duygularını terbiye eden insan değildir, yanlış biliriz.

Duyguları olduğu gibi kabul eden insandır.

Dağlardan ovaya inmeye, ovadan dağlara çıkmaya çalışmaktan vazgeçme düzeyi.

Olgunlaşan insan akıntıya karşı yüzmekten vazgeçmiştir. Suyun üzerinde kalmak yeterlidir.

Fazıl Say’la Ece Dağıstanlı’nın boşanmalarının ardından paylaştıkları duyguları okudum.

Fazıl Say’ın metnindeki derin hüzün ve hüznü kabul ediş biçimi olgunlukta örnek olaydı sanki.

Belli ki isteyerek vazgeçmemiş. Ama kabul etmiş. Onun vedasında, bavulları toplanmamıştı aşkın.

Ayrılık da sevdaya dahil edilmişti.

Ece Dağıstanlı’nın metninde geride bir şey kalmamışlık öylesine donuktu ki. Soğukluk bir olgunluk belirtisi sayılır mı düşündüm.

Ece Hanım ayrılığı sevdaya hiç katmamış.

Olgunluk sınavı veren insan, ayrılıkla test edilebilir ancak.

SİNİRLİYKEN ŞU BEŞ ŞEYDEN KAÇININ

Bir, sizin için önemli insanlarla konuşmaktan.

İki, önemli kararlar almaktan.

Üç, alışveriş yapmaktan.

Dört, trafiğe çıkmaktan.

Beş, sesinizi yükseltmekten.

AKLIMDA KALAN

Sevginin en somut hali: Bilirsiniz ben sosyal medyadaki ilişkilere mesafeliyimdir. Kolaycı, yüzeysel ve sahte bulurum. Sosyal medyanın zehirli ortamı sağlıklı ilişkilere izin vermez. Orada kurulan ilişkileri orada tutmak lazımdır. Ancak. Hep inandığım başka bir şey de vardır, yapaylıklar dünyasında gerçek olanlar değer görür. Öyle de oldu. İstanbul’da bir söyleşiye katıldım. Ve instagram’dan duyurdum. Açıkçası beni çok sevdiğini söyleyen okurların dinlemeye de geleceğini de beklemedim. Ama geldiler. Uzak demediler, hava soğuk demediler. Yetmedi kocaman sevgilerini sığdırdıkları hediyeler getirdiler. Sevgi gerçekse verici bir şey, bir kez daha anladım. Mutlu oldum, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Ey okur, kesin yazının burasına kadar gelmişsindir. İyi ki varsınız. Size yazmak büyük keyif.

Tüm yazılarını göster