Milli Eğitim’deki “garip” isim!

Fikri Akyüz'den yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'a öneriler: Gençliğe Hitabe’yi ezberletmek yerine bu hitabede yer alan “şerait”i şeriat; “bedhah”ı bedbaht; “tersane”yi dershane olarak anlayan gençliğe hitap edilmelidir. 

Fikri Akyüz fikriakyuz99@gmail.com

Şu fıkra aklıma geldiğinde çok gülerim.

Bir akıl hastası, “akıllandığı” gerekçesiyle taburcu olduktan sonra bir ayakkabı atölyesi açar.

Başhekim, bir çift ayakkabı siparişi verir.

Eski hasta yeni ayakkabıcı, başhekimin ayak ölçülerini aldıktan bir hafta sonra başhekime telefon açar ve der ki:

“Hocam, ayakkabınızı bitirmek üzereyim, sadece topuk kısmı kaldı. Topuk arkada mı olsun önde mi?”

Gerçi atın önüne et, itin önüne ot konulması nadirattan olmayan bir memlekette bu komik fıkraya gülünmesi trajik bir durumdur.

O kadar ki Ertuğrul Özkök bir ara şunu yazabilmişti:

"Erdoğan, rakısını içen adamların arasına karışmalıdır. Su kadehi kaldırın Sayın Erdoğan. Kadeh kelimesi sizi rahatsız ediyorsa, 'bir bardak su' diyerek peşinden 'şerefinize’ deyin".

Yani Özkök demek istiyordu ki:

"Sayın Erdoğan riyakar olun, münafık olun. Başka türlü örneğin İzmir'i, Çankaya'yı alamazsınız."

Aslında Özkök bunu derken isim vermese de seküler yaşam tarzına sahip olan, örneğin Çankayalı, Kadıköylü, Karşıyakalı bazı seçmenlere hakaret etmiş oluyordu.

Öyle ya, Erdoğan münafık olacak, İzmirli de çıkıp "Oh ne güzel. Erdoğan ikiyüzlü biriymiş. Oyumuz ona." diyecek!

Özkök bu yazıdan sonra başka bir öneri getirmemişti.

Getirmiş olsaydı şu önerileri getirmesi muhtemeldi:

Devlet Bahçeli'ye: "Sayın Bahçeli, herkesten oy almak istiyorsanız Kürt sorununu çözme girişiminde bulunun. Öcalan’ı salmak sizi rahatsız ediyorsa sadece iki kelime edin, örneğin ‘Biji Apo’ deyin, yeter."

Kemal Kılıçdaroğlu’na: "Meclis kürsüsünde ilmihal kitabını okuyun. Bu sizi rahatsız ediyorsa ‘sadakallahülazim’ demeniz yeterlidir."

Evet, bu kadar lafı niye ettim? Konuya “giriş” yapmak için ettim.

Lafı şimdi direkt milli eğitime getirmek istiyorum.

AK Parti, 16 yıllık iktidarı döneminde milli eğitimde de çok büyük işler yaptı mı? Yaptı.

Bilgisayarın girmediği okul kaldı mı? Neredeyse kalmadı.

Cumhuriyet döneminde 70 yılda yapılan derslik sayısından daha fazla derslik bu 16 yılda yapıldı mı? Yapıldı.

Fakat bu süre içinde ne yazık ki müfredat noktasında radikal açılımlar gerçekleşmedi.

Bugüne kadar gerçekleşmeyişinin nedenleri aslında makul mazeretlerden oluşuyor. 

Zira Türkiye, bir taraftan ekonomik istikrarını muhafaza etmek durumundaydı, bir taraftan terörle mücadele etmekle mükellefti, diğer taraftan uluslararası güç dengelerini gözetmek durumundaydı, öte yandan darbeci zihniyetin berhava olmasını temin etmek zorundaydı vs. 

Fakat tüm bunlar artık sağlanmış durumda.

“Bu saatten” sonra yapılacak en önemli iş, milli eğitim müfredatının revizyonudur.

İktidar da bu görüşte ki Milli Eğitim’in başına bir zamanlar Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış olan vukufiyet sahibi bir ismi, Ziya Selçuk’u getirdi.

Yeni Bakan’a benim de birkaç önerim olacaktır.

Şimdi bunları sıralamaya çalışayım: 

BİR: Hukukçu olmak isteyen kişiye Mendel kanununu, dolayısıyla “bezelyenin çaprazlama döllenmesi”ni öğretmek gerekmiyor. Hatta işin içinde bezelye var diye “Ev Ekonomisi” eğitimi görecek kişiye de bunu öğretmek gerekmiyor. 

İKİ: Siyaset bilimi okumak isteyen bir öğrenciye Einstein’in E=MC² teorisini öğretmek yerine MC’yi yani 70’lerdeki Milliyetçi Cephe hükümetlerini öğretmek gerekiyor. 

ÜÇ: Mandalina soymasını bilmeyen bir öğrenciye mandolin dersi vermeyi lüzumsuz saymalıdır.

DÖRT: Gençliğe Hitabe’yi ezberletmek yerine bu hitabede yer alan “şerait”i şeriat; “bedhah”ı bedbaht; “tersane”yi dershane olarak anlayan gençliğe hitap edilmelidir. 

BEŞ: Elişi dersinde çocukları marangoza yönlendirip tahtadan bir çerçeveye çivi çaktırıp halı dokutturmak yerine, pislikleri halının altına süpürmenin ne kadar yanlış olduğu öğretilmelidir.

ALTI: Geometri dersinde dört köşe, yamuk, daire, doğru çizgi, çap, açı gibi konular elbette işlenmelidir. Ama bunun yanında çocuklara ve gençlere, “köşe” olmak için takla atmanın erdemsizliği; “yamuk” karakter; kendini bir “daire”ye hapsedip kendi içinde dönüp durma; “doğru” çizgiyi muhafaza etme; dün söylediğinin bugün tam tersini söyleyip 180 derece dönme gibi konular da öğretilmelidir. 

(Köşe olmak için takla atma konusu, artık “iktisat” dersinde mi, “geometri” dersinde mi, “beden eğitimi” dersinde mi yoksa “ahlak bilgisi” dersinde mi öğretilir, bilmiyorum!) 

YEDİ: Fizik dersinde makara konusu işlenirken, “Öğrencinin öğretmeni makaraya sarması”nın ahlaksızlığı da üstüne basa basa (öğrenciye değil!) öğretilmelidir. 

SEKİZ: Coğrafya dersinde “vadi”nin ne olduğunu bilemeden mezun olan öğrencinin “Kurtlar Vadisi”ndeki tüm replikleri biliyor oluşunun sosyolojik ve pedagojik yönü üzerinde durulmalıdır. 

DOKUZ: “N’aber”deki e’nin atılması yetmiyormuş gibi, a’nın ve ikinci e’nin de atılıp nbr yazılmasındaki grbt, pardon garabete dikkat çekilmelidir. 

ON: Facebook sayfasına “Kanka yarın Türkçe sınavı var, ona çalışıyom” diye yazabilen bir nesle, İngilizceden önce Türkçe öğretilmelidir. 

Evet, ben ki İstanbul Hukuk Fakültesi 1. sınıfta sanat tarihi dersi okudum.

“Baro stili”nin genellikle darbe şakşakçılığı yaptığı bir memlekette bizlere “barok stili”ni niye öğrettiler, haydi bunu öğrettiler “rokoko”yu ne diye öğrettiler, bunu hala anlayabilmiş değilim.

Kaldı ki bize sanat tarihi dersinde Dolmabahçe Sarayı da anlatılmıştı.

Üniversitede zorunlu olan İnkılap Tarihi dersinde ise, Dolmabahçe’de ikamet eden son Halife Abdülmecit dahil Hanedan üyelerinin tamamının 3 Mart 1924’te yurtdışına sürgün edildiği, çünkü bunların hepsinin “vatan haini” olduğu öğretilmişti.

Ama Abdülhamit Han’a vatan haini denilen derslerin verildiği fakülte Fatih ilçesinde idi!

Kaldı ki Atatürk Üniversitesi’nde Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi vardır.

Ve bu fakültede de İnkılap Tarihi zorunludur.

Ve bu İnkılap Tarihi dersinde doğaldır ki Nutuk da okutulur.

Ama bu Nutuk’ta Kazım Karabekir’e “vatan haini bir dimağ” denilir.

Eh, bu kafayla eğitim veren okullar ile öğretim veren fakültelerden “kim” pardon “ne” yetişir?

Pek tabii ki Atatürk’e “tapan” beyinsizler ile Atatürk’e “küfreden” ahlaksızlar da yetişir.

fikriakyuz99@gmail.com

Twitter/ fikriakyuz99

Tüm yazılarını göster