Mezara koyduğumuz 1.5 yaşındaki tecavüz mağduru…

Son günlerde üst üste gerçekleşen çocuklara yönelik cinsel saldırılar hepimizin midesini bulandırdı. Olaylar karşısındaki duygularımızı hiçbir kelime ile ifade edemiyoruz. Öfke de bununla birlikte büyüyor. Bir yandan da “Neden böyle olduk” sorusu yükseliyor.

Önce Adana’daki vahim olayla ilgili DHA’dan aldığım bilgiyi aktarayım. Üç yaşındaki çocuk vefat etmedi. Aile beş dikiş atılan çocuğu başka bir şehre götürmüş. Sosyal medyada çocuğun durumuna ilişkin tıbbi bilgiler dolaşıyor ancak onları doğrulatamadım.

Zaten yayılan o bilgilerin doğru olup olmaması bir şeyi değiştirmiyor. Bir çocuğun uyurken, bir sapığın tecavüzüne uğraması yeterince vahim ve trajik.

Öte yandan Ayşe Arman’dan babasının 1.5 yıl tecavüzüne uğrayan 4 yaşındaki bir kız çocuğunun öyküsünü de yutkuna yutkuna okuduk.

Başka bir yerde babasının öldürdüğü 17 yaşında genç bir kız var. Bir başka şehirde bir kadını kocası yaktı. Peş peşe duyduğumuz ‘erkek şiddeti’ haberleri…

Biz bu olayların detaylarını okumaya dayanamıyorken, küçücük bedenler bu cinsel talan, saldırı, işgal karşısında acı çekiyor. Ruhlarında oluşan tahribatı anlayabilmemize imkan yok. Bizim dinlemeye tahammül edemediğimiz bu vahim olayları küçücük çocuklar bizzat tecrübe ediyor.

Yıllar önce 1.5 yaşında tecavüze uğrayıp ölen bir bebek vardı. Bebek ya hu bebek! Henüz bu dünyaya 18 ay önce gözlerini açmış bir melek…

Biz ne çok küçücük bedeni toprağa verdik bu ülkede. Bir kuş kadar hafif bedenleri…

“Cinsel açlık” dedi biri. Hayır değil. Cinsel sapıklık bu! Çocuklara saldıran bu insanların büyük kısmı evli ve kendi de çocuk sahibi. Zaten saldırıyı gerçekleştirenlerin bir kısmı çocuğun öz babası!

Peki, biz neden böyle olduk? Biz nasıl bu kadar derin ahlaki erozyona uğradık? Kafamızı nereye çevirsek işgal edilmiş bir çocuk bedeni…

Yakın aile ilişkilerinin, komşuluk hukukunun, sosyal dayanışmanın çok yüksek olduğu bir toplum nasıl bu hale geldi?

Öyle bir günde varmadık buraya ve kabahatin büyük kısmı da siyasilerde.

Bu ülkeyi kuranların iyi, ahlaklı, medeni insan yetiştirme ideali vardı. Atatürk sporcular için bile “Zeki, çevik ve ahlaklısını severim” diyordu.

Ancak ne zaman çok partili sisteme geçtik ve oy uğruna siyasiler ahlaksızlığı teşvik etmeye başladı, ahlaki erozyona kapı açtılar (Çok partili sisteme geçmek kötüdür anlamı çıkarmayınız lütfen. Sadece biz kötü geçtik o kadar).

Bir talan kültürü benimsendi. Arazi, işgal edenin oldu. Yol, kapanın oldu. Patron, işçinin hakkını yedi. Vergisini ödemeyen affedildi. İşini bilen memur rüşvete teşvik edildi. Kazık atmak ‘ticari zeka’ ilan edildi.

Hâlâ elektrik faturalarımızda kayıp, kaçak yükü iyi vatandaşın sırtına bindiriliyor.

Çünkü burada ‘mal’ kapanın elinde kalıyor.

Basın ekspres yolunu sel bastığında, ortalığa dağılan ürünleri yağmalayanlara nedenini sormuştum. Bir karı koca “Biz almasak başkası alacak” demişti.

Ve kimi sapıklar da, bu düzende çocukların bedenlerini talan ediyor. Küçücük çocukların bedenini işgal ediyor. Çünkü biliyor ki yanına kâr kalacak. Bu yüzden de en zayıf olanları seçiyor kendine kurban olarak. Çünkü 14 yaşında kız çocuğuna tecavüz etmiş bir şehrin ahalisini “Rızası var” diye aklayabilen çürümüş bir hukuk düzeni var.

Ahlak bir bütündür. Bakın; kurallara uymamak, yolsuzluk, rüşvet, trafikte yol hakkının çalınması, taksi şoförünün yolu uzatması, kadına yönelen şiddet, tecavüzler, pedofili, mafya, çete, gürültü yapan komşu, hesabı şişiren garson… Bütün bunlar aynı toplumda olur. Ahlaksız bir toplumda! Dünyadaki tüm ülkelere ait istatistikleri alıp karşılaştırın. Hangi ülkede yolsuzluk çoksa o ülkede şiddet vardır. Hangi ülkede kural tanımazlık yaygınsa o ülkede tecavüz vardır. Hindistan’da her 20 dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Güney Afrika’da kadınların yüzde 40’ı –YÜZDE KIRK- tecavüze uğruyor.

Ahlak bir bütündür. Süt mayalanınca yoğurt olur. Bir tencere sütün yarısını mayalayıp yoğurt yapamazsınız. Ahlaki bütünlüğümüzü yeniden kurmak zorundayız.

Birkaç yıl önce Edzard Reuter ile söyleşi yapmıştım. Nazi katliamından kaçıp Türkiye’ye gelen ve Ekonomi Bakanlığında çalışan Ernst Reuter’in oğlu… 1935 yılında, 7 yaşındayken geldiği Ankara’yı bana şöyle anlatmıştı: “O zamanlar Türkiye yoksul, insanlar fakir ama çok iyiydi.”

Nasıl mı düzeleceğiz?

Dur diyeceksin! Talana dur diyeceksin. Adalet isteyeceksin. İyi hali bir kravata, bir takım elbiseye indirgemeyeceksin. Suçlulara en ağır cezayı vereceksin. Polis, koca şiddeti, baba taciz veya tecavüzü nedeniyle karakola gelen kadını “Kocandır. Babasıdır, yapmamıştır öyle şey. Sevmiştir” deyip evine geri göndermeyecek.

Ve ahlaklı olacaksın! Her seviyede ahlaklı olacaksın. Yol çalmayacaksın. Çalanı ayıplayacaksın. Dur diyeceksin! Dur!

Tüm yazılarını göster