LAF KALABALIĞINI AYIKLAYIN, ASLINDA ŞUNLAR OLUYOR

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Hamas- İsrail krizinin üçüncü günü bir tv tartışmasına davet edildiğimde “Ortadoğu ve savaş uzmanlarını konuk almalarının daha doğru olacağını” belirttim.

“Onlar var, siz de olun” dediler.

Programda, iletişim okuması yapıp, siyaset bilimi açısından baktığımda kafamda yerine oturmayan şeyler vardı, anlattım.

Yaşananların İsrail haritası değiştirme operasyonu olabileceğini söylediğimde, “Ama hocam…”, “Harita değişikliği kolay olmaz” gibi itirazlarda bulunan uzmanlara Trump’ın “İsrail haritası nihai şeklini almadı” hatırlatması yaptım.

10 gün geçti, bugün harita gündem oldu.

Aynı programda “akışkan olaylarda süreç uzadıkça başlangıçta hedeflenen sonuçlar dışında sonuçlar gerçekleşir” dedim.

Öyle de oluyor.

Yeni bir düşünme tarzı oluşturmadan (ki bunu önceki yazıda yazmıştım) istenilen amaca ulaşılamaz.

Yeni dünyada planlanan her neyse (son kitabımın alt başlığına vurguyla aşkta, işte, siyasette) süreyi kısa tutmak gerekir.

Planlaman zaman alabilir ancak, uyguladın, sonuçladın, üç gün.

Ekranlar “Ortadoğu’daki halk hareketleri”, “operasyon/strateji” bilmeyen uzmanlarla dolu.

Eskiden pirinç ayıklanan bir şeydi, şimdi pirinç ayıklanmıyor ama bilginin ayıklanması gerekiyor.

Maddeleyeyim, işinize yarar;

Bir, medyada, özellikle sosyal medyada yer alan haber ve görüntülerin hepsi doğru/gerçek kabul edilemez. Taraflar, taraftar oluşturmak için ortama pek çok haber, görüntü girdisi kurgulayıp dahil eder.

İki, olayların başlangıcı 1947 gibi anlatılıyor, siyaseten evet ama olaylar dizisi başlangıcı önce 2004’te FKÖ lideri Arafat’ın şaibeli ölümü ve 2006’da Saddam Hüseyin’in idam edilmesidir.

Ardından 2011’de Libya’da Kaddafi’nin linç edilmesi ve bunun kadar önemli olan o linç görüntülerinin tüm dünyaya servis edilmesi diğer kırılma noktasıdır.

Bu iki olayla Ortadoğu kocaman bir boşluğa sürüklenmiş ve karmaşa yoğunlaşmıştır ki “Arap baharı” felaketleri sürecin parçasıdır.

Üç, sömürgeleşme süreci (ekonomik ve kültürel) Ortadoğu’da “ulus bilinci”nin oluşumunu engellemiştir. Ulus bilinci, toplumları bir arada tutan en güçlü yapıştırıcıdır.

Türkiye üzerinde oynanan küresel oyunlarda da hedef “ulus bilinci”ni yıkmakla ilgilidir.

Dört, dünyanın en güçlü istihbarat örgütü MOSSAD’ın, HAMAS’ın komplike saldırısını atlamış olması olanaksızdır. Hemen herkes öyle olduğunu söylese bile benim iletişim bilgim bunu asla kabul etmiyor.

Ki süreçte düşüncemi destekleyen açıklamalar oldu.

Beş, en büyük zararı temsil ettiği kitle ve düşüncenin göreceğini bilen hiçbir örgüt böyle bir saldırıda bulunamaz, HAMAS’ın saldırısının arkasında başka bir gerçek olmalıdır.

Altı, İsrail’in olayları tırmandırır açıklamalar yapması, istediğini almadan (egemenliğini genişletmek) durmayacağı anlamına geliyor.

Yedi, ABD’nin savaş gemileriyle Akdeniz’e gelmesi (yerleşmesi) istediğini aldığı, bölgeyi kontrol etme konumunu aldığı anlamına geliyor.

Sekiz, Araplar topyekûn “Ortadoğu, Ortadoğlulara bırakılsın” kararlılığını göstermedikleri sürece bölge, hem terör yuvası hem de masumların ölüm tarlası olmaya devam edecektir.

Terör örgütlerinin finansmanı ve Ortadoğulu yönetimlerin Batı seviciliği en büyük engel.

Dokuz, Ukrayna ile savaşan Rusya’nın güçsüz düştüğünün düşünülmesi, İran’ın küçümsenmesi sonucunda bölgede paravan devletler oluşturma stratejisi kurgulanıyor.

On, ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu halklarında, Avrupa’nın ise Afrika halklarındaki olumsuz algısı, en az ordular kadar güçlüdür.

On bir, Biden’ın “Savaş istemiyoruz” demesi, Beyaz Saray’da savaş isteyenlerin olmadığı anlamına gelmez.

HER ŞEY DEĞİŞİR, OLAN DEĞİŞMEYENE OLUR

Bir, hadi İlber Hocanın Erdoğan’ın tavrını doğru bulması normal ama en büyük muhalif Fazıl Say’ın “Erdoğan barış için en doğru açıklamaları yapan liderdir” demesi sadece Say’ın değiştiğini göstermez, Cumhurbaşkanının da değiştiğini gösterir.

İki, en sağdaki Fatih Erbakan’ın “ABD’nin Türkiye’deki üslerini kapatalım” önerisiyle geldiği nokta, özünde bu talepleri nedeniyle idam edilen devrimciler Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın bulunduğu noktadır.

Üç, Milli Takımımız Avrupa Şampiyonasına katılma hakkı kazandı. Hem de teknik direktörünü ve oyuncularının önemli kısmını değiştirerek son iki maçı alarak.

Büyük egolar altında ezilen futbolcuları, daha mütevazı futbolcularla değiştirerek, Alman katılığı yerine bize yakın bir duyguya, İtalyan teknik adama geçerek oldu bu sonuç.

ESAS MESELE

-Yeni içişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın göreve gelmesiyle uyuşturucu çetelerinin ve mafyatik örgütlerin çökertilmesi ülkenin bronşlarının temizlenmesi açısından son derece önemlidir.

Esas mesele bu tutuklamaların, salıvermelerle sonuçlanmasını önlemek olmalıdır.

-Cumhuriyetin 100. Yılı kutlamaları, Mustafa Kemal Atatürk sevgisi şu anda ticari dünyanın paraya çevirdiği bir duruma dönüşmüş durumda.

Örneğin Sheroton Otel ve başkaları, 100. Yıl balosunu binlerce liraya pazarlıyorlar.

Esas mesele, Cumhuriyet kutlamalarını zenginlerin çevrimiçinden alıp esas sahibi olan halka vermektir.

-TRT “Cumhuriyetin 100. Yılı” kutlamalarını Gazze nedeniyle ileri bir tarihe erteledi. Son derece yanlış bir karar.

Esas mesele, bu kutlamaların zaten sonumuz Gazze gibi olmasın diye çok daha büyük yapılmasının önemi ve kutlamaların “ulus bilinci” açısından çok önemli olduğu gerçeğinin idrak edilememiş olmasıdır.

-Dilan-Engin Polat çiftinin görgüsüzce harcama gösterilerinin soruşturmayla, mala el konmasıyla sonuçlanması önemlidir.

Esas mesele, sayıları artan zenginlik gösterileri yapan herkesin gelirleriyle harcamaları arasında tutarlılık olup olmadığının denetlenmesi mekanizmasının yaygınlaşmasıdır.

-GSM şirketleri ve hizmet sağlayıcıları depremle birlikte enkaz altında kaldılar. Özür bile dilemediler. Bir iki saçma sapan sosyal sorumluymuş gibi kampanya yaptılar, sonra da fahiş fiyat artışlarına gittiler.

Esas mesele, başta Turkcell ve yeni yönetimi olmak üzere, abonelerine altın yumurtlayan tavuk muamelesi yapmaktan vazgeçmeleri, aboneyi dinliyor gibi yapmayıp gerçekten dinlediklerini gösteren çözüm önerileri sunmalarıdır.

-Belediyeler, büyükşehir, ilçe fark etmeksizin konser düzenliyorlar. Konserler elbette önemlidir ancak bunu alışkanlık haline getirmiş olmalarını çok düşündürücü buluyorum.

İşlevlerini konser belediyeciliğine indirgemek çoğu zaman şaibe de yaratıyor.

Esas mesele, belediye gelirlerinin doğru yere harcanması ve ekonomik krizde önce yoksulun karnı doysun ki o da sonra eğlensin anlayışına geçemiyor oluşumuzdur.

81 YAŞINDA İKİ ÇOCUĞUNUZ OLMUŞ

81 yaşındasınız. 62 yıldır evlisiniz. Çocuğunuz yok.

Ülkenin en tanınmış sanatçıları arasındasınız. Saygınsınız.  Geniş bir etki alanınız var.

Zenginsiniz. Harcayacak çocuk da olmayınca biriktirmişsiniz epeyce.

Bildiniz, Metin Akpınar’dan söz ediyorum.

İkiz kızları olduğu ortaya çıktı.

Yukarıdaki niteliklere sahip birine uymayan şekilde davrandı. Mal kaçırdığı bile söylendi ki en çok o kısma güldüm.

Daha ne kadar yaşayacaksın ve kime harcayacaksın da kaçırıyorsun?

Akpınar, bildiğiniz en çirkin mazeretle eşinden ve kamuoyundan özür diledi, “Yıllar önceki tek gecelik ilişkiden” dedi.

Bu olay bana tuhaf geliyor.

İletişim aynı zamanda arkeolojidir, ifadeler, olaylar arasında kazı yapman gerekir. Tozu silmen lazımdır.

1988 yılında bir kadın düşünün. Tek gecelik bir ilişki yaşıyor ve hamile kalıyor. Adama bunu söylememiş olabilir mi?

Adamın haberi olmadan doğurdu diyelim, çocukları bir köye terk edecek kadar çaresiz birinin, çocukları zengin ve ünlü babanın kapısına bırakmamasının nedeni ne olabilir?

Akpınar’ın yıllar sonra çocuklardan haberdar olmuş masum bir baba olduğuna inanmıyorum.

Yaşıyorsa anne Suphiye Hanımın konuşmasıyla gerçekler netleşir. Onu bulup konuşturacak gazeteciler vardır.

Gerçeğin bir tek yüzü olamaz.

LÜTFEN YAPMAYIN

Pazar akşam üzeri Ankara’da, üstelik trafiğin görece sakin olduğu saatlerde bir trafik kazası yaşandı.

Bir otomobil karşı yöne geçerek, bir minibüsle kafa kafaya çarpıştı, otomobil sürücüsü olay yerinde öldü. 26 yaşında.

Fotoğrafa uzun uzun baktım. Ceset torbasına, otomobilden fırlayan kişisel eşyalara. Biri yeşil olan spor ayakkabılara. Belli ki hayat dolu birine ait. Kırılan cama kapatılan cekete… Baktım.

O yolu iyi bilirim, Ankaralı herkes de iyi bilir, Dikmen’den inen, TBMM duvarının yanından geçen, az gerisinde Ayrancı pazarı olan.

Düzdür. Orada karşı şeride geçebilmek için eğer sürücü bir rahatsızlık nedeniyle aniden kendinden geçmemişse dikkatini dağıtan bir şey olmuştur.

Telefonuyla ilgileniyor olabilir. Telefona ya da uzaktaki bir eşyaya uzanıyor olabilir. Araçtaki herhangi bir nesne ayağının altına düşmüş olabilir.

Siz siz olun, üç beş dakika bekleyebilecek şeyler için dikkatinizi yoldan ayırmayın. Araç içinde ani durumlarda fren pedalı altına kaçabilecek nesneler bulundurmayın.

Siz, kendiniz ve sevenleriniz için paha biçilemezsiniz, unutmayın.

“YABANİ” BİRİ “AİLE REİSİ”Nİ YIKTI GEÇTİ

“Yabani” dizisi ve “Aile” dizisi aynı akşam ayrı kanallarda izleyiciyle buluşuyor.

“Total” reyting grubunda “Yabani” açık ara “Aile”yi geçti. Dizidir olur böyle şeyler denip geçilebilir.

Ancak “Aile”nin başrollerinde reyting canavarı Kıvanç Tatlıtuğ ve Serenay Sarıkaya varsa, durumun analizi şarttır.

Bu sonucun nedenlerini instagram’da okura söz verdiğim için sıralayayım;

Bir, Kıvanç Tatlıtuğ markasının son dönemde berbat yönetilmesi.

İki, “Aile” dizisindeki her şey, diyaloglar, tepkiler çok abartılıyken, “Yabani”deki abartının dozunda kalması.

Zira herkes dizi izlediğini bilir ama gerçekle de bağ kurmak ister.

Üç, dizi izleyicisinin ağırlıklı kadın olduğunun “Aile” senaristlerince atlanması, “Yabani”nin ise izleyiciye “evladını kaybetmiş bulmuş anne” empatisini yaşatabilmesi.

Dört, “Yabani”yi oynayan Halit Özgür Sarı’nın fiziğinden çok karakterinin öne çıkarılması, “Aile”de Kıvanç Tatlıtuğ’un oyunculuğunu abartması.

Beş, izleyiciye geçen samimiyetin, izleyiciyi kasan oyunculuktan daha sıcak gelmesi.

Not: “Yabani”de Simay Barlas’ın, “Aile”de ise Serenay Sarıkaya’nın zaten iyi oyuncu olmadıkları konusunda fikrim kesindir, zaten de önemsizdir.

AKLIMDA KALAN

Her şey yanlış bir şey doğru saptaması: İnternette her konuda yoğun bilgi kirliliği vardır. Özellikle insanlar hakkında yazılanların çoğu şüphelidir. Zira bir insanı sevenler bunu yazmaya gerek duymaz ama sevmeyenler klavye bulunca içini döker, nefret kusar, olayları, durumları çarpıtır. O nedenle her zaman, “insanlar hakkında fikrinizi internette yazılanlar üzerinden oluşturmayın” hatırlatması yaparım. Bilemezsiniz ki o kişinin diğer kişi hakkında ne derdi olduğunu. Kendimle ilgili de her fırsatta “Hakkımda internette yazılanların yarısı yanlıştır, diğer yarısı da doğru değildir” uyarısında bulunurum. Bu hafta bir internet sitesinde adım ve fotoğrafım dışındaki tüm bilgiler yanlıştı mesela. En komiği Washington DC’de okumuş olmam. Halbuki üniversite diplomamı ve lisans üstü derecelerimi Ankara Üniversitesi’nden aldım. Washington’u hiç görmedim, görme planım da yok. Facebook’ta da adım ve fotoğrafım olan hesap var ama İngiltere’de yaşıyorum. Şikâyet etmek istedim, kişisel bilgilerim talep edilince vazgeçtim. Daha ne diyeyim ki…

Tüm yazılarını göster