Kültür Katliamında Bir Kahraman Nuri Arlasez

Veda Orhan Kılıç yazdı...

Nuri Arlasez, 1910 yılında İstanbul‘da dünyaya gelir. Ünlü bir ceza avukatının Galatasaray Lisesi mezunu oğludur.

Babası Hüsnü Selim Bey, evladı için istikbali hukukçulukta görürken oğul “ şan ve para” anlamına gelecek bu mesleği reddeder. Ona göre özgürlüğün en büyük düşmanı tam da bu ikilidir… Çünkü insana kendi şartlarını dayatarak esirleştirmek gibi bir özellikleri vardır.

Ergin yaşlarda tek isteği kendi ile baş başa kalmasına imkân verecek derecede bol vakittir.

Aile ısrarı ile başladığı hukuk fakültesini bu uğurda bırakır. Hürriyetine engel olabilir endişesi ile evliliğe de yanaşmaz.

Aile evindeki sessiz yaşamı bu çerçevede, ağır ağır şekillenir.

Bakışının, gökyüzü derinlerine daldığı bir gün içinde beliren aydınlanmayla derin bir huzur hissettiğini anlatır “Hayatımda ilk defa o gün kendime ait meseleleri berrak bir biçimde görmeye başladım.” dediği anları “Bir çeşit meditasyon” veya “murakabe” olarak değerlendirişi ise sonradır… Fransız yazar Romain Rolland’ın (1866-1944)  Hint felsefi metinlerinden oluşan Fransızca bir eseri ile karşılaşması ve kitabı “Çölde, bir vahaya ulaşan susamış adam gibi” kana kana okuduktan sonra!

“Hint felsefesi; uzak şark gelenekleri ve mukayeseli dinler tarihine” yönelişi bu eser vesilesiyle gerçekleşir.

Arlasez , Hint felsefesinde derinleştikçe, Antik Yunan ve Batı felsefesinin de kaynağı olarak tarif ettiği Hint felsefenin, öz kaynak olduğunu görür… En önemlisi de metinlerden “kendi kendini tanımayı ve aydınlatmayı” öğrenmiş olmaktır.

 Kendi süssüz dünyası içe dönük açılıp zenginleşirken, dışarıda bambaşka bir hayat görüşü akmaktadır.

Devir “pozitivizm devri” dir.

Cumhuriyetin ilanıyla başlayan modernleşme hareketi geçmişe ait tüm değerleri reddetmiş; hassaten yazılı birikime karşı büyük bir savaş açmıştır. 

O gün olanları “Babadan, dededen kalma kitapları yakanlar mı ararsın, gömenler mi ararsın! Bugün paha biçilemeyecek kitaplar o zaman kaldırımlarda sürünüyordu.” diye, yıllar sonra anlatır… Akabinde “Bir gün güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, II. Beyazıt’ın vakfiyesi! Yazıyı inceleyince dehşete düştüm!.. Çünkü Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım.” der ve ekler: “Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım… Bu bir emr-i hayr olacak, aç kalsan açıkta kalsan bile, zinhar satmak yok!”

Teoman Duralı’nın (Allah rahmet eylesin.) “Harf inkılabı bir soykırımdır; biz soykırıma uğramış bir milletiz” diyerek imlediği dönemde, Nuri Arsalez gönüllü bir kurtarıcıdır artık. İğdiş edilen toplumsal hafızamızı olabildiğince korumak uğruna tüm ömrünü vakfeden bir kurtarıcı!

Elli yıl süresince “el yazması kitap, ferman, vakfiye, levha ve işlemelerden” oluşan binlerce nadide eseri tek tek bir araya getirir.

Biriken hazinesini şişlideki mütevazı evinde muhafaza ederken hâne ve gönül kapısından pek çok mütefekkir, bilim insanı ve arifan girer.

Ana dilin yanı sıra, Fransızca, Almanca ve İngilizceye de vakıftır. Bu vesile ile yurt içinde oluşmuş sağlam ilişkiler, kendiliğinden uluslararası boyuta taşar.

Dünyanın farklı coğrafyalarından düşünürlerle münasebet kurarken, girdiği yabancı ortamlarda kültürünün temsilcisi bir “insan” olarak var olmayı esas almıştır.

Yıllar geçip de zaman üzerinde yürüdüğü ipi gerdiğinde artık vazifeyi tamamlamak gerektiğine karar verir. Önce, bin bir emekle biriktirdiği  “ecdat yadigârı” eserleri Süleymaniye Kütüphanesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışlar.

Ardından, 1970’lerde çekmeye başladığı yedi bin fotoğraflık koleksiyonunu, tüm matbu kitaplarla beraber IRCICA’ya hibe eder.

Son olarak, “Süleymaniye ve Bağlı Kütüphaneleri Geliştirme Vakfı”nı kurma çırpınışı ise apayrı bir maceradır.

 Artık “Emri hayr” diyerek üstlendiği görev ifa edilmiştir.

Nuri Arlasez , 2000 yılında “Yaşamın öteki yüzü” diye tanımladığı ölüme teslim olup ebediyete irtihal ederken, geriye yok olmaktan kurtarılarak gelecek nesillere vakfedilmiş; değeri maddeye sığmaz binlerce eser ve son derece onurlu bir yaşam örneği bırakır.

Gövdesi balta darbeleriyle parçalanmış medeniyet ağacında, bugün hala köke değebiliyorsak bunu kendilerini en zor zamanda, milli hazineleri korumaya adamış Nuri Arsalez’e ve onun gibi değerli insanlara borçluyuz.

Bıraktıkları eserler ve hikâyeleri daima okunsun; özümsensin inşallah.

Mekânları Cennet ve Makamları ali olsun.

(Not: Bu metin, Sn. Beşir Ayvazoğlu’nun Nuri Arsalez’le yaptığı röportaj’dan faydalanılarak yazılmıştır.)

Tüm yazılarını göster