İşin şekli hep aynı!

Mete Yarar: ABD de yaşayan İtalyan asıllı mafya lideri Al Copene : "Bir adamı bir kez görürsem, "tesadüf" derim. Aynı gün iki kez görürsem, şüphelenirim. Üç kez görürsem, öldürürüm!" diye bir söz söylemiştir .  Sizce biz aynı kişiyi aynı yerde, aynı kıyafetle, aynı nedenle kaç kez gördük? 

Hepinizden özür dileyerek SuperHaber'de yazılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Uzun bir maratonu henüz bitirdim. 

Bu arada benim yokluğumda köprünün altından  sel gibi sular aktı gitti. Ama su hep aynı yerden beslendiği için olaya nereden girerseniz girin bir şey kaçırmış olmuyorsunuz? 

Teknik aynı, hedef aynı, amaç aynı olunca herkesin baktığı yer aynı...

Kurtuluş Savaşı'nın ilk önemli başarılarından biri Pozantı'da yaşanmıştır. O mütevazi yer muazzam bir iş başarmıştır.
 
Mustafa Kemal ve arkadaşları oraya giderek şu tarihi konuşmayı yapar:

“Anadolu için vatanseverlik timsali olan Adanalı Müslümanlar! Şeref ve istiklal davasında yararlanacağımız başarı kaynakları, yalnızca Anadolu’dan ibaret değildir. Avrupa’nın bin türlü zulüm ve gadrine uğrayarak her türlü esaret acısını çekmiş olan Mısır’da, Hindistan’da, Rusya’da ve Afrikada’ki Müslüman kardeşlerimiz; gözlerini, tecavüzlerini Peygemberimizin kabrine kadar uzatmış olan düşmanlarımızın kahrına çevirerek, bize maddi ve manevi yardıma karar vermiş bulunuyorlar. Buna ek olarak; Rusya’da yüksek insani amaçlar çevresinde toplanan, her milletin hakkına saygı göstermeyi esas kabul eden ve günden güne genişleyerek yayılmacı zulüm dünyasını yıkmakta olan muazzam kuvvet; bize, elindeki bütün imkanlarla yardımda bulunmayı vaat etmiştir… İstiklal ve şerefini koruma uğrundaki fedakarlık duygularını, şanlı ve şerefli atalarımızdan miras alan milletimizin, yakın bir zamanda her türlü anlamıyla, dini ve milli tarihine şanlı sayfalar ekleyeceğine kuşku yoktur”…


(Metin Aydoğan " Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı )

5 Ağustos 1920 

Hadi başka bir döneme sıçrayalım. 
 

Amerika ile Türkiye arasındaki sıkı ilişkiler Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile ilişkilerine doğrudan etki etmiştir. 1954 sonrası ise bu konudaki en büyük kırılmaların yaşandığı dönemdir. Bu yıldan sonra  Amerika Türkiye’ye yaptığı mali yardımlarını azaltmış  ve üstelik bu yardımları belli kıstaslar (ekonomide küçülme, ağır sanayinin terk edilerek tarıma ağırlık verilmesi ve devalüasyon) karşılığında vermek istemiştir. 

1957’de Amerika’ya giden Menderes, 300 milyon dolarlık kredi talebi için, bırakın Einsenhower'ı, Amerikan Hazine Bakanı ile bile görüşemeden Türkiye’ye dönmüştür. Bu dönemden sonra Türkiye, SSCB ilişkilerini güçlendirmek istemiş ve süreç darbe ile sonuçlanmıştır. Emperyalizm yine Türkiye' de iktidarı değiştirmiştir. 

Hadi yine başka bir döneme geçelim... 

Süleyman Demirel Sovyetler ile ilişkilerini artırınca ABD’nin husûmetini üzerine çekmiştir.

Demirel, dönemin açmazlarını şöyle anlatıyordu: “1945-1965 Soğuk Savaşı’nın Türkiye’ye yüklediği korku, bizi tek yönlü dış politika izlemeye zorladı. Bu tek yönlü dış politika takibi, ‘ABD ne yaparsa, Batı onu yapar, biz de onu yaparız’ şeklindedir. Bu durumda bizim bir politika üretmemize gerek yoktur. Onlar düşünürler, taşınırlar, biz de ‘Evet’ deriz, ama, ‘Hayır’ diyemeyiz. Çünkü ‘Hayır’ dersek, şemsiyenin altından çıkarılırız."

Yine o dönem ne yaşandığını onun ağzından dinleyelim :

“Türkiye yönetimine tâlip olurken, halkımıza taahhütte bulunduk. ‘Ülkemizi, elektriğe kavuşturacağız, sanayi hamlesini başlatacağız’ dedik. Bu işleri yapabilmemiz için, sanayileşmiş ülkelere ihtiyacımız vardı.

Önce, teklifimizi ABD’ye götürdük. ‘Demir-çelik fabrikasına ihtiyacımız var. Böyle bir fabrika kurmayı veya finansman desteği sağlamayı düşünür müsünüz?’ dedik. ‘Hayır, sağlayamayız’ cevabını verdiler. Bunun üzerine biz de, aynı teklifi Sovyetler Birliği’ne götürdük ve olumlu cevap aldık.

1965-1971 yılları arasında, biz ABD’nin memnun kalmayacağı hususlardan hepsini yaptık. Onları, şöyle özetleyebilirim:

- ABD, haşhaş ekiminin yasaklanmasını istedi. Biz, hayır dedik.

- Sovyetler Birliği’yle ticarî ve sınaî ilişkilerimizden ABD hiçbir zaman memnun olmadı.

- Kosigin’in sitem ettiği U2 casus uçaklarının uçuşlarına engel olmamız, aynı şekilde ABD’yi rahatsız etti.

- 1971 muhtırasında, Türkiye’deki ABD askerî tesislerinin bir nizama bağlanmasından tutun da, saydığım diğer olayların tesiri vardır.

- Sovyetler Birliği’nde, o dönemde komünizm rejimi hâkimdi. Türkiye’nin, kendi rejimini komünizme karşı savunması, her şart altında kendi işi idi. Biz, ideolojiyi, iktisadî ilişkilere karıştırmama konusunda dikkatli davrandık.”

Bedelini kendi söylediği gibi 12 Mart muhtırası olarak ödedi. Bu bedel ödetilmeden önce neler yapıldı bir hatırlayalım... 

25 Mart 1967 tarihinde imzalanan anlaşma ile Sovyetler Birliği kredisiyle finanse edilen tesislerden bazılarını İskenderun Demir Çelik tesisleri, İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Aliminyum Tesisleri, Paşabahçe Cam Sanayii olarak sayabiliriz. Sovyetler Birliği ile imzalanan bu kredi anlaşmasının dikkat çeken yönü, kredinin düşük faizli ve uzun vadeli olması yanında, geri ödemenin önemli bir oranının Türkiye’nin geleneksel tarım ürünleri olmak üzere Türkiye’den gerçekleştirilecek ihracatla yapılmasının öngörülmesidir.

Buna Ecevit döneminde 1978 anlaşmasını ve Turgut Özal döneminde imzalanan anlaşmaları birbir araştırmanızı rica ediyorum .

Son yıllarda yaşadıklarımıza bakınca sizce su hep aynı yerden akıp , hep aynı yerde taşkın yapmıyor mu? 

ABD de yaşayan İtalyan asıllı mafya lideri Al Copene :

"Bir adamı bir kez görürsem, "tesadüf" derim. Aynı gün iki kez görürsem, şüphelenirim. Üç kez görürsem, öldürürüm!" diye bir söz söylemiştir . 

Sizce biz aynı kişiyi aynı yerde, aynı kıyafetle, aynı nedenle kaç kez gördük? 

Bu işin şeklini ne zaman değiştireceğiz? 

Emperyalizmin yaptığı baskıyı kıranları ne zaman ve nasıl koruma altına alacağız.
Size farklı dönemlerin farklı konuşmalarını ve farklı kırılma anlarını yazdım. 
 
Şimdi S-400 krizini bir de bu yazdıklarımdan sonra tekrar değerlendirin ve bir sonraki hamleyi tahmin edin sonra da ne yapabileceğimizi...
Tüm yazılarını göster