Haydi tefsirciler Facebook'a!

Allah’ın indirdiği son kitap olan Kur’an’ın ayetlerinin yoruma açık olduğu, belirli bir bilgi seviyesinin üzerindeki âlim sayılan kişiler tarafından ayetlerin yorumlanabileceği, hatta yorumlanması gerektiği ilahiyat camiasında hemen hiç kimseyi rahatsız etmeyen bir düşünce ve vakıadır. İster gelenekçi olsun ister modernist ve “Kur’an’cı”, İslam âlimi olarak tanınan kişiler tarihte de günümüzde de Allah’ın ayetlerine yorumlarını katmaktan çekinmek şöyle dursun, bununla övünmektedirler.

Ancak sağlıklı düşünen sıradan bir insan, Allah’ın bir insanın görüş ve yorumuna açık ayetler göndermiş olmasının mümkün olamayacağını kavrayabilir. Ayetlerini başkalarının yorumuna muhtaç bırakan bir kitap nasıl olur da eksiksiz ve mükemmel olabilir? Eksiksiz ve mükemmel olmayan yani yoruma açık bir kitap nasıl Allah’ın kitabı olabilir?

Bu noktadan hareket edilince Kur’an’ın, ünvanları Allah tarafından verilmemiş tefsir profesörlerinin yapacakları yorumlara muhtaç olmaması gerektiği kolayca anlaşılmaktadır. Allah’ın ayetlerinin yorumlanamaması demek, onların bir insan tarafından açıklamaya muhtaç olmaması demektir. Zaten her şeyi yaratan Yüce Allah’tan beklenen de kitabını bu nevî açıklamalara muhtaç bırakmaması olmalıdır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurur:

Elif! Lâm! Râ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem (hüküm bildirir) kılınmış hem de doğru kararlar veren (hakîm) ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. (Hûd 11/1)

Kendi kitabını açıklamayı bizzat kendisinin yapması ve bu konuda nebîler de dahil hiç kimseye yetki vermemiş olması ancak Allah’tan beklenen ve Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu en güçlü şekilde kanıtlayan bir durumdur. Açıklamanın Allah tarafından yapılmasının sebebi ayetin devamında şöyle aktarılmaktadır:

Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir. (Hûd 11/2)

Nebîmize de şu söyletilerek açıklama yetkisinin onda da olmadığı vurgulanır:

Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim. (Hûd 11/2)

Rabbimiz bu kadar net ve kesin ifadelerle ayetlerini bizzat kendisinin açıkladığını, onları açıklama ve yorumlama yetkisini hiç kimseye vermediğini bildirmesine rağmen ilahiyat alanında ilmî faaliyet gösteren kişilerin Allah’ın ayetlerine yorum katmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Oysa bugün “bu benim yorumum, saygı duy”; “o senin yorumun, saygı duyarım” gibi ifadeler ilmî nezaket belirtileri sayılmakta ve iftiharla dile getirilmektedir. Halbuki böyle bir faaliyet içinde olmak yukarıdaki ayette de gördüğümüz gibi ilahlık iddiasında bulunmakla eşdeğerdir. Bu sebeple konu din ise bu “benim yorumum, o senin yorumun” ifadesi ile “bu benim dinim, o senin dinin” ifadesi arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. Ayetleri yorumlamak ve kendi yorumumuza göre bir sonuca ulaşmak, direkt olarak ayetleri olmasa bile, onlardan çıkarılan hükmü tahrif etmek anlamına gelir.

Ayetlere yorum yaparak açıklamaya basit bir örnek vermek gerekirse Nebe’ Suresi’nin ilk ayetlerine verilen anlamlara bakmamız yeterli olacaktır. Surenin ikinci ayetinde geçen “en-nebe’ül-azîm” yani “büyük haber” ifadesinin meallerde aldığı karşılığa bakarsak, Diyanet İşleri Başkanlığının “tekrar dirilme haberi”, Muhammed Esed’in “yeniden dirilme haberi”, Elmalılı Hamdi Yazır’ın “nübüvvet haberi”, Mustafa Öztürk’ün ise “Kur’an” anlamı verdiğini görürüz. Mealler arttıkça konuyla ilgili yorumların da çeşitlendiği görülebilir.

Oysa Kur’an bu ifadenin alimler tarafından yorumlanmasına izin vermemekte, onun yerine açıklmayı aynı ifadenin geçtiği Sâd Suresi’nde yapmaktadır. Bu açıklama, surenin 65. ayetinden itibaren okunarak görülebilir:

De ki “Ben sadece uyarırım. Allah’tan başka ilah yoktur; O bir tektir ve karşı konulmaz gücü vardır. O, göklerin, yerin ve ikisinin arasında olanların Sahibidir. Üstündür, suçları örter.” De ki “Bu büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” (Sâd 38/65-67)

Görüldüğü üzere ayetlerde “büyük haberin (nebe’ul-azîm)” ne olduğu net bir biçimde tarif edilmekte ve Allah’tan başka ilah olmadığı, her şeyin sahibinin Allah olduğu belirtilmektedir. Bu uyarının büyük bir haber olduğu vurgulanmaktadır. Zaten müşrikler için en büyük haber gerçekten de bu olmalıdır. Bu haberle tüm dayanakları ellerinden alınmaktadır. Zira Allah’ın yanında başka bir takım kişi, kurum veya otoritelere ilahlık isnad edenlere müşrik denir. Ancak açıklama Kur’an’a yaptırılmayıp kişisel yoruma bırakıldığı zaman her kafadan bir ses çıkmakta, hiç birinin ise Kur’an’î bir temeli olmamaktadır. Meallerde bile bu kadar farklı yorumlanan bu ayetle ilgili olarak tefsirlerde yer alan yorumların hacmini ise herhalde anlatmaya gerek yoktur.

Kur’an’ı Allah’ın açıklaması demek, açıklamanın bizzat Kur’an’da olması, o açıklamaya ulaşmanın da yine Allah tarafndan belirlenmiş ve Kur’an’da detaylarıyla anlatılmış bir metodunun bulunması demektir. Rabbimizin bizzat öğrettiği Kur’an üzerinde çalışma yapma ve doğru anlama metodunun Kur’an’da yer alan ayrıntılarını ilgili ayetlerle görmeyi ilerideki yazılarımıza bırakacağız. Bu yazımızda ise Kur’an’ın yoruma açık olmasına izin vermeyenı bazı Kur’an’î kavramlar üzerinde durmaya çalışacağız.

Kur’an’da “hikmet” kavramı kullanılmakta, ayetlerinin “hakîm” yani “hikmeti içeren bir yapıda” olduğu vurgulanmaktadır:

Elif! Lâm! Râ! Bunlar, doğru hükümler içeren Kitab’ın ayetleridir. (Yunus 10/1)

Kitabın hem ayetleri hem de hikmeti içermesi, hikmete o ayetlerle ulaşılabileceğini gösterir:

Bunlar, hikmetli (hakîm) Kitab’ın ayetleridir. (Lokman 31/1)

Hikmet kelimesi “doğru hüküm”, “doğru sonuç” anlamına gelir. Diğer bir deyişle “Allah’ın hükmü = hikmet” eşitliği doğru bir eşitliktir. O halde hikmet kelimesi tek bir doğru olduğunu belirtmek üzere kullanılmalıdır. Bir konuda birden fazla doğrudan bahsetmek, yani konuyla ilgili ulaşılan farklı sonuçların her birinin doğru olabileceğini düşünmek hele de bunu Allah’ın kitabı için söyleyebilmek imkansızdır. Kur’an’ın “hikmet”i yani kendisinden çıkarılacak doğru sonuçları içermesinin önemi Rabbimizin onun bu özelliğine yemîn etmesinden de anlaşılmaktadır:

Doğru hükümler içeren (hakîm olan) Kur’an’a yemin olsun! (Yasîn 36/2)

Kur’an’ın araştırılan herhangi bir konuda hikmeti içeriyor olması, o konu hakkındaki tek doğru hükmü barındırıyor olması demektir. Böyle bir kitabın yoruma açık olduğu iddiası sağlıklı bir zihinden sâdır olacak bir iddia değildir. Dolayısıyla sadece hikmet kavramı tek başına, Kur’an’ın alim sayılan kişilerin yorum ve tefsirlerine ihtiyacı olmadığını göstermesi bakımından yeterlidir. Ancak Kur’an’ın yoruma açık olmamasını görebileceğimiz daha pek çok kavram sıralayabiliriz. Bunlardan belki de en ummadığımız ise “müslim” kavramıdır.

Müslim kelimesi, teslim olmuş kişi anlamına gelir. Bu kelimenin dilimizde kullanılan karşılığı ise Farsça’dan geçmiş olan müslüman kelimesidir. Kur’an’da pek çok ayette müslimlerden bahsedilir.

Müslim, Allah’ın dinine yani indirdiğine teslim olan kişi demektir. Bu kişinin bir tek şeye teslim olması gerekir. O şeyin de Allah’ın indirdiği din olması şarttır. Ancak Kur’an yorumlanacak ve herkese göre bir sonuç çıkacaksa o zaman kişi sadece Allah’ın dediğine değil doğru kabul ettiği yoruma teslim olacaktır. Bu kişiye Allah’ın dediğine teslim olmuş kişi anlamında müslim denemez. Rabbimiz şöyle buyurur:

Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur. Hepsi hayata döndürülüp O’nun huzuruna çıkarılacaktır. (Âl-i İmrân 3/83)

Yukarıdaki ayette Allah’ın dini denilen şey, ayetin devamından da anlaşılacağı üzere Allah’ın tüm kainata koyduğu sistemdir. Göklerde ve yerde kim varsa istese de istemese de o sisteme teslim olmuştur. Bir sonraki ayette de teslim olunup olunmaması insanın seçimine bırakılmış olan, Allah’ın indirdiği kitaplardaki dinden bahsedilmektedir:

De ki "Biz Allah'a inandık ve güvendik. Bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene; Nebilere Rableri tarafından ne verilmişse hepsine inandık. Hiçbirini diğerinden ayırmayız. Biz ona (Allah’ın indirdiğine) teslim olmuş kimseleriz." Kim İslam’dan başka bir din arayışına girerse asla kabul edilmez. O, ahirette kaybedenlere karışır. (Âl-i İmrân 3/84-85)

Ayetin sonunda “teslim olmuş kimseleriz” şeklinde dilimize aktarılmış ifadenin orijinali “müslimûn” kelimesidir. Yani Allah’ın indirdiği tüm kitaplardaki tek dine İslam, o dine teslim olan kişilere de müslim denilmektedir. O halde Allah’ın indirdiği dinin birilerine göre farklı yorumlanması düşünülemez. Sadece bir tek dine teslim olacaksak ve o da Allah’ın indirdiği din ise bu din Allah’ın kitabında olmalı ve birileri tarafından yoruma açık olmamalıdır. Aksi halde teslim olduğumuz şey Allah’ın dini değil, onun birileri tarafından anlaşıldığı ve yorumlandığı hali olur. Kaldı ki bir kişi bir alimin yorumuna teslim olarak kendini müslim sayarken bir başkası başka bir alimin tam zıt yorumuna teslim olarak yine kendini müslim sayacaktır. Ancak her iki kişinin de teslim olduğu din Allah’ın değil, onu yorumlayarak açıklayan kişilerin dini olacaktır.

Yine kafir kavramı da Kur’an’ın yoruma açık olmadığının delili olan kavramlardan biridir. Kafir, bir şeyin üzerini örterek onu görmezden gelen kişi anlamına gelir. Allah’ın indirdiği ayetleri görmezden gelen kişiler için de bu kelime kullanılır:

İşte böyle; bu Kitabı sana biz indirdik. Önceden kendilerine Kitap verdiklerimiz buna inanacaklardır. Çevrendekilerden de ona inanacaklar vardır. Ayetlerimizi görmezlik edenlerden başka hiç kimse onları bile bile inkar etmez. (Ankebût 29/47)

Ayetten net bir şekilde anlaşıldığı üzere Allah’ın ayetlerini görmezlik etmek (ayetteki orijinal ifade kafirlik) onları inkar etmek anlamına gelmektedir. Oysa pek çok konuda Allah’ın ayetleri alimler tarafından yorumlanmakta ve hatta bir alimin yorumu diğerinin tam tersi olabilmektedir. Bu durumda X alimin yorumunu tercih eden kişi Y aliminin yorumunu inkar etmiş ya da görmezden gelmiş olacaktır. Diğer bir deyişle bir konuda kafir olabilmek için bile o konunun net ve tek bir hükmü olmalıdır. Yorum ise kişilere göre değişir.

Sonuç olarak Allah’ın dininin yoruma açık olmayışı insanın aklen ve fıtraten rahatlıkla kavrayabileceği ve aksini reddedeceği bir durum olmanın yanısıra, Kur’an’ın pek çok kavramıyla da ortaya konan bir gerçektir. Dikkatli okunup düşünüldüğünde Kur’an’ın hemen her kavramının Allah’ın kitabının yorumlanamayacağı gerçeğine delil teşkil edeceği görülebilir. O halde yapılması gereken Allah’ın ayetlerini yorumlamaya kalkışmayı aklın köşesinden bile geçirmemek ve yine bizzat Allah’ın koyduğu hikmete ulaşma metodunu gözeterek Kur’an’da Allah’ın yaptığı açıklamaya ulaşmak olmalıdır. Elbette doğru metodu uyguluyor olmak çalışmanın hiçbir aşamasında hata yapılmayacağı anlamına gelmeyecektir. Ancak ayetler herkese açık olduğu için ulaşılan sonucun “hikmet”, yani doğru sonuç olup olmadığı herkesçe kontrol edilebilir, varsa hatalar konusunda uyarı ve düzeltmeler yapılabilir. Kendilerini yorum yapmaktan alıkoyamayan ilahiyatçılar ise dünyanın en büyük kıraathanesi olan Facebook’a yönlendirilebilir.

Tüm yazılarını göster