Göz hükümdar, beyin çürümeye yüz tuttu

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Ben sağlığımla meşgulken ülkem, başka ülkenin on yılda tüketeceği gündemi on günde tüketmiş yine.

Tam Marmara ve müsilaj konuşurken, Veyis Ateş özelinde gazetecilerin kirli ilişkilerinin de konuşulmaya başlaması rastlantı değil.

“Kaos Kuramı” rastlantıya inanmaz.

Veyis Ateş, kirli gazeteciliğin su üzerine çıkan kısmıydı, musilaj da deniz kirlenmesinin su üstündeki kanıtı.

Veyis gözden uzaklaştı, müsilajı denizin üzerinden süpürmeye çalışıyoruz.

Şenol Güneş’i konuşup, Milli Takımın derin sorunlarını görmezden geldiğimiz gibi.

Her şey göze dair. Çağ, gözün hükümranlığı altında. Beyin gereksiz eleman sanki.

Göz önündeki şov, gazeteciliğin kocaman bir fosseptik çukuruna dönüşünü kapatmaya yetmiyor.

Tertemiz muhabirleri, sayıları az olan idealist gazetecileri ayırın, gerisine burnunuzu mandallayın.

Halkla ilişkiler şirketleriyle gazeteciler arasına mesafe konmalı dedik, medya, şirketlerin emir erine döndü.

Medya patronları gazetecilere iş takibi yaptırınca hızlandı kirlilik.

Besleme gazetecilik olmaz, gazeteci maaşıyla çalışır dedik, diyenlere salak muamelesi yaptılar.

Küçük, hesaplı lokantalarda haber konuşan gazeteciler, yalılarda, konaklarda yaşayan abileri/ ablaları tarafından sömürüldüler.

Onlar da kısa yoldan yırtmaya heveslendiler.

Kendi aralarında çıkara dayalı medya çeteleleri kurdular. Bir çeteye ait değilsen tutunman zorlaşıyor.

Araştırmacı gazetecilik tarihe gömüldü. Masa başı gazeteciliğin geldiği noktalardan biri sipariş haber yapmaksa diğeri tembelleşmek oldu.

Muhalif Fox Tv’nin haber sunucusu, müsilaja neden olan tesisler hangileriymiş, Çevre Bakanlığı’ndan açıklama beklediklerini söyledi!

O tesisleri bulup çıkarmak gazetecilerin işi değil miydi?

Muhalifi Bakanlık açıklamasına teslimse gerisini siz düşünün.

AFP muhabiri Bülent Kılıç’ı polisler darp edince 14 gazetecilik meslek örgütü protesto etti.

Yaptıkları doğru. Ve fakat, kara para aklayıcı Sezgin Baran Korkmaz’ın “12 gazeteciyi besledim” demesinin arkasına neden düşen bir gazetecilik örgütü olmadı.

Tencere dibin kara, seninki benden kara.

Ben medyadan umut keseli hayli oldu da, öğrencime sağda solda örnek gösterecek gazeteci bulmakta güçlük çekmek sinirimi bozuyor.

GEÇTİ GİTTİ

Biz hastanede yatmaya alışkındık annemden.

İlk kez 15 gün önce kendi sağlığımla ilgili hastanede yattım. Bir operasyon geçirdim. İyi bitti şükür.

Hasta yakını olarak alıştığım düzenin öznesi olmak tuhaftı.

Sabah, daha kargalar kakasını yemeden hasta kahvaltısı dağıtılması bence insanlık suçu.

Gece yarısı elinde iğneyle kan almaya gelen hemşireler korku filminden hallice.

Koridorlardaki insanların sanki hastanede değillermiş gibi gürültü yapmalarındaki duyarsızlık pes dedirtiyor.

Mekân hastane olunca, ambulans sesleri fondan eksik olmuyor.

Öyle hastalar görüyorsun ki kendi yaşadıklarına şükrediyorsun.

Ve. Başta doktorlar olmak üzere sağlık personelinin çalışma koşulları, insan haklarına aykırı, o derece.

Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde benimle ilgilenen, en tepeden kapıdaki görevliye kadar herkese en çok da şahane doktorlarıma binlerce kez teşekkür ederim.

Hayat devam ediyor.

DİYECEĞİM O Kİ…

Bir, Marmaris’te (ve Kaş’ta) deniz gören ormanları yaktılar. Orman Bakanı “yanan alanın ağaçlandırılacağını otel yapılmayacağını” söyledi.

Güvercinlik yarımadası yakıldığında da aynı şey söylenmişti. Şimdi orası devasa bir beton yığını.

Diyeceğim o ki, orman yakarak arazi açanların, açtıranların, verdikleri sözü tutmayanların da evleri yansın (tabii içinde kimse olmadan.)

İki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kanal İstanbul müteahhitlerinin paraları için “Tahkimden söke söke alırlar” ifadesinde durdum.

Tahkimden alırlar almazlar, orasını bilemem, alıştığımız liderlik üslubuna ters bir cümle bu.

Diyeceğim o ki, muhalefetin iktidar olma iddialarıyla hep dalga geçen, “siz kim iktidar olmak kim” diye özgüven şovu yapan Erdoğan’ın bu ifadesi algıda muhalefete kapı açtı.

Liderlik söyleminde bugüne kadar yaptığı bir iki hata varsa biri budur.

Üç, Muharrem İnce katıldığı bir tv programında “CHP’de, Anıtkabir’den Atatürk gelip aday olsa kazanamaz” demiş.

Diyeceğim o ki, yeni parti kurdu kuralı ettiği en doğru laftı.

Dört, Anıtkabir anıt mezarın mekânı. Böyle bir yere oyun parkı, giysi bağış kutusu, halı saha, ticari otomat yapmak da nedir?

Diyeceğim o ki, Anıtkabir’e şehir parkı muamelesi yapmak, daha ağır ifadeler hak etse de çok ayıptır deyip geçeyim.

Beş, her yıl olduğu gibi bu yıl da bir dakika ile üniversite sınavına alınmayan gençler oldu.

Bir dakikaya kurban edilen bir yıl ve bir ömürlük motivasyon kaybı.

Diyeceğim o ki, sınavlarda “akademik 15” kuralı uygulansın.

Hoca derste 15 dakika beklenir, gelmezse öğrenci dersten çıkar. Sınavlarda 15 dakika kimse çıkamaz, ki bu arada gelen katılabilsin.

Altı, Kanal D, “Operasyon 41” isimli bir yarışma yayınlayacak. İki tim kurulacak, kötülere karşı savaşılacakmış.

Tüm mesele burada, “kötü”nün tanımında zaten. Onca vahşetin, şiddetin, cinayetin faillerine sorun, onların da kafasında bir “kötü” tanımı var.

Diyeceğim o ki, sorumlu yayıncılık anlayışı olmayan medya yönetimleri ve yayın ilkelerini sağlıklı koymayan RTÜK oldukça, sonuna kadar kan revan.

Yedi, Güzin Abla, kardeşlerinin sorumluluğunu üstüne aldığını söyleyen genç kıza, “Yaşamak senin de hakkın, bunu yapma” diye öğüt vermiş.

Diyeceğim o ki, artık Güzin Abla’nın emekli olma zamanı gelmiştir.

Sekiz, belki biliyorsunuz, Britney Spears babasının vasi olduğu kontrollü bir hayat yaşıyordu.

İsyan etti, mahkemeye gitti.

“Britney’e özgürlük” hareketi başladı.

Yıllardır suskunluğunun nedenini mahkemede açıklarken söylediği sözler çok etkileyiciydi:

“Konuşmadım çünkü kimsenin bana inanacağını düşünmedim.”

Diyeceğim o ki, yalanlar çağında en büyük mahkûmiyet bu olsa gerek, doğruları inanmazlar diye saklamak zorunda kalmak.

ESKİ NEDEN ÖNEMLİ?

Jennifer Lopez 17 yıl önceki erkek arkadaşı Ben Affleck ile yeniden berabermiş.

Hiç olmadığı kadar mutluymuş.

Eski sevgili, eski dost, bir zamanlar yaşadığımız eski ev, aşındırdığımız eski sokak neden bizi daha mutlu eder?

Eskiden daha iyi olduğu için mi?

Elbette değil. Yenilerdeki yüzeysellik eskiyi değerli kılıyor.

Diyelim ki şimdi, çukursuz, kırık parkesiz, tozsuz, topraksız şahane bir sokakta yürüyorsunuz. “Oh” diyorsunuz, “ne güzel.”

Genelde onu bile demiyorsunuz, sokağın farkında olmadığınızdan.

O sokak hayatınıza hiç dokunmuyor, yürüyüp gidiyorsunuz.

Eskisi öyle miydi ya? Düşmemek, takılmamak için dikkatinizi verdiğiniz, ayağınızı çarptığınızda o sızlamayı unutmadığınız taş parçasıydı sokak.

Yaşamanın hakkını vermekle, yaşıyor gibi yapmak arasındaki farktır eskiye yeni arasındaki fark.

Ve elbette, test edilmişlik, denenmişlik. Hayal kırıklığına kapalı oluşundan gelir eskinin değeri.

BİR KAHRAMAN LAZIM

Milli Takım’ın elenmesinden sonra çok önemli bir spor adamıyla konuşuyoruz.

Konumuz, Milli Takım nasıl kurtulur?

“Neden kafayı buna taktın?” dedi spor adamı arkadaşım.

“Annemin izlediği maçlar sadece milli maçlardı. Bu takım hepimizin” deyince, öyle şeyler anlattı ki ağlayacaktım.

Bizimki anlattı, “Milli Takım Futbol Federasyonu’na bağlı. Güya Federasyon özerk. İçerisi öyle kaynıyor ki, herkes birinin adamı” dedi, “Nasıl avanta sağlarım diyenler birbirini yiyor.”

“Takımın ne başarı haritası ne de felsefesi var. Biliyor musun hiç dinlemediğimiz bir şarkıyı neden yaptılar? 2012’de şarkı yapılınca uğurlu gelmiş, totem yapmışlar.”

“Nasıl yani” diyecek oldum, devam etti:

“Almanya’da kamp yaptılar o da 2012’nin totemi olsun diye.”

Tam “Şenol Güneş peki?” diyecektim.

“Onu hiç sorma, bırak çevresini kendisiyle bile iletişimi olmayan bir adam.”

Daha neler neler? Hadi Spor Bakanımız oralı değil, bu abukluklar yuvasına çomak sokacak bir kahraman da yok mu?

AKLIMDA KALAN

Bodrum’da tarhana çorbasının 85 TL olması:  Yaz geldi, Bodrum fiyatları magazin basınımızın gözdesi oldu. Tarhana çorbası bilmem kaç liraymış. Bir çorbaya o kadar para verebilenler parayı kolay kazananlar arasından çıkar. Hiç umurumda değil, benim felsefem evde daha iyisini yaptığımız şeye dışarda para vermemek. Bence esas sorun, plajlara parası olmayanların ulaşamıyor olması. Kıyı Kanunu’na göre hepimizin olan deniz kıyılarına 300 TL, 500 TL vermeden ulaşamıyor olmamızı kimse mesele yapmıyor ya, deliriyorum.

Tüm yazılarını göster