Cumhurbaşkanı'nın seçilmiş olması da kesmiyor artık!

Van depremi sırasında bir TV kanalında söylemiştim galiba;

“Halkın ihtiyaç ve talepleri, devletin imkân ve gücünün her zaman üstündedir. Halk ister ki depremden 30 saniye sonra devlet gökten dayalı döşeli ev indirsin. Bu akla muhâldir ama devleti harekete geçirmek için lâzım bir taleptir!”

Şimdi 16 Nisan’da oylanacak Anayasa değişikliği referandumu üzerine yazılıp çizilenlere bakınca tebessüm ediyorum.

Bir kaç yıl öncesine kadar, bu milletin hayâlinde “Seçilmiş Cumhurbaşkanı” fikir olarak bile mevcut değildi.

Orta Asya’dan Anadolu’ya beylikler ve padişahlıklarla yönetilmiş bir milletiz, 2000 yıllık bir alışkanlığımız var.

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren de; neredeyse tamamı namluların gölgesinde, seçilmişe dayatılmış cumhurbaşkanlarının silik ve sinik yönetimi altında, yaklaşık 100 yıldır bir Demokrasi Tulûâtı seyrediyoruz. Siyasette Bertolt Brecht hâlâ yabancımız!

Bu alışkanlıklarımız yüzünden Cumhurbaşkanı’nı halk oyu ile seçme fikrine “eski köye yeni âdet” nazarıyla bakmış, anlamamıştık.

Aslında anlamayan kesim; halkın kafası en karışık kesimi olmuştu. Çayırda yayıla yayıla göbeğini kaşıyan dağdaki çobanın ferâseti sayesinde, 2000 yıllık tarihte ilk defa devletin en tepesine seçimle bir yönetici geldi, oturdu.

O gün bugündür “demek ki asker olmayan yahut askerin işaret etmediği biri halkın reyiyle de seçilebilirmiş” fikrine alıştık. Hatta tersi artık düşünülmesi imkânsızlar arasına girdi.

15 Temmuz bunun imkânsızlığının altını kanla çizdi çünkü!

Bugün ise; yeni Anayasa Değişikliği Paketi’nde yer alan Cumhurbaşkanı yardımcılarının seçimle gelmesi yerine, seçilecek Cumhurbaşkanının takdiriyle atanacak olması hükmü üzerinde kıyamet kopuyor.

“Vekalet verdiğinde seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın bütün yetkileri nasıl olur da bir atanmışa devredilebilir?”

Haksız ve yersiz bir soru değil aslında. Bu sorunun varlığına sinirlenip öfkelenmek yerine aslında sevinçten göbek atmamız lâzım.

Yeni Anayasa metinini hazırlayanlar; yönetimde yasa hükümleri kadar teâmüllerin de geçerli olduğu öne sürürerek, vekil olanın asil olana ait bütün yetkileri kullanmama teâmülünün gelişeceğini söylüyor.

Teâmüllerin yönetim sistemlerinde yeri ve önemi var, evet, bu bir gerçek. Hatta ABD ve İngiltere’de olduğu gibi yasalardan çok teâmüllerin yürürlükte olduğu sistemler demokrasi açısından daha makbûl görülüyor.

Bence yine de bu konu tartışmaya açık bırakılmamalı idi. Her ne kadar gönlüm bu konuda güvene dayalı bir rahatlık içinde olsa da, yasa olmadan boynunu çevirmeye henüz alışmamış olanları da rahatlatmak için, metne ilave edilecek yarım cümle ile bu açık kapatılabilirdi.

Bu talebi asla yersiz, saçma, akıl dışı bulmuyorum ve yeni Anayasa metnini hazırlayanların böyle bir eleştirinin olanca sertliğiyle yapılmasına öfkelenmek yerine sevinçle karşılaması gerektiğini düşünüyorum!

Varsın bu madde üzerinde olanca güçleriyle haykırarak, "Evet"çileri yerden yere vursunlar!

Analarının ak sütü ne kadar helâlse, bu tepkiler ve eleştiriler, hakaret ve tehdit dozuna varsa bile, helâldir!

Çünkü bu durum; tam olarak Tayyip Erdoğan’ın mitinglerde tekrarladığı olmazsa olmaz bir cümleye denk düşmektedir;

“Neredeeeeeeeen nereye geldik?”

Evet..

Namluların gölgesinde; seçilmiş Meclis’e dayatılmış silik ve sinik Cumhurbaşkanları silsilesinden, halkın oyu ile gelip Bakanlar Kurulu’na başkanlık eden seçilmiş Cumhurbaşkanları dönemine erişmenin ihsânı bütün bunlar.

Cumhurbaşkanı’nın seçilmiş olması da kesmiyor artık bizi ve o Cumhurbaşkanı Yardımcılarının da seçilerek gelmesini istiyoruz!

Tey tey teyyyyy diye halay çekesim var!

“Hayâldi gerçek oldu!” diye slogan atasım var!

Ben 16 Nisan’da "Evet" diyeceğim ama; "Hayır" diyecek olanların "Evet" diyeceklerden daha vazgeçilmez olduğunu, şâyet sonuç "Evet" çıkarsa, onların taleplerinin 16 Nisan’dan sonraki 2 yıllık geçiş sürecinde mutlaka göz önüne alınması gerektiğini düşünüyorum.

Eleştiri hayattır zirâ! Can suyudur, olmazsa olmaz!

Seçim dönemlerindeki eleştirinin dozuna bakılmaz! Tozunun bile iz bırakmaması için gayret edilir!

Yapılması gereken budur!

İşte bu noktada; 16 Nisan’dan sonraki 2 yıllık geçiş sürecinin çok iyi değerlendirilmesi, 2 yıl sonraki Başkanlık seçiminin sonucunu bu sürecin belirleyeceğini hatırlatayım.

Şahsen; 2 yıl sonra ortaya çıkacak adaylar arasından hangisine oy vereceğimi, işte bu süreç belirleyecek!

Bir kaç gün sonra 60 yaşıma gireceğim ve bugüne kadar hiç bir seçimde bir oduna yahut cekete oy vermedim.

Bu yaştan sonraki bütün kariyer planını toprağın üstüne değil altına göre yapmak zorunda olan bir kişinin, odun/ceket hesabına girmesi de düşünülemez. Giren ahmaktır zîrâ!

O nedenle; önümüzdeki 2 yıl boyunca “Kimi Başkan görmek istiyoruz?” değil, “Nasıl bir Başkan görmek istiyoruz?” sorusuna verilecek cevapları düşünmek ve tartışmak gerekir diyorum.

Bendeniz bundan sonraki yazılarımda bu sorunun cevabına dâir düşündüklerimi yazacağım.

İzninle Leylâ!

Tüm yazılarını göster