"Yağmur yağmıyor" demek kolaydır. Ama "musluğu kim sonuna kadar açık bıraktı?" diye sormak, işte o cesaret ister.
Bursa susuzluktan kırılırken, herkes gökyüzüne bakıp kuraklığı suçluyor. Küresel iklim değişikliği günah keçisi yapılıyor, sanki bu dev organizmanın Bursa ile özel bir alıp veremediği varmış gibi. Oysa gerçek çok daha yakınımızda, ayaklarımızın altında: Bursa'nın su krizi, yağmayan yağmurdan çok, düşünülmeden açılan musluktan kaynaklanıyor.
Büyük Yanılgı: "Gökyüzü Bize Haksızlık Ediyor": Bursa'daki su tartışmalarının en tehlikeli yanı, tüm sorumluluğu kontrol edemediğimiz güçlere yıkmaktır. Sanki kuraklık sadece Bursa'nın başına gelmiş, sanki iklim değişikliği bu kenti özel olarak hedef almış gibi konuşuyoruz.
Gerçek şu: İklim değişikliği bir tehdit çarpanıdır, zaten var olan yaraları kaşıyan bir stres faktörü. Ama o yaraları açan, onları iyileştirmeyi reddeden biziz.
Marmara'da yağışlar %15-20 azaldı mı? Azaldı. Uludağ'ın kar örtüsü erken eriyor mu? Eriyor. Ama aynı iklim koşullarında başka kentler neden aynı dramatik çöküşü yaşamıyor?
Gerçek Suçlular: Bizim Suskunluğumuz, Onların Cüreti
1.Sanayinin Vampir İştahı: Bursa, Türkiye'nin otomotiv ve tekstil başkenti. Muhteşem. Ama bu unvan, devasa bir bedel taşıyor: Toplam su tüketiminin %60'ı sanayiye gidiyor. Tekstil boyahaneleri, otomotiv yıkama hatları, fabrikalar... Hepsi yeraltı suyunu pompalıyor, şehrin stratejik rezervlerini boşaltıyor.
Ve en acı ironi? Bursa'da su kesintileri yaşanırken, 26 ambalajlı su fabrikası Uludağ'ın pınarlarından Türkiye'nin yarısından fazlasının şişelenmiş su ihtiyacını karşılıyor. Yani şehir susuzken, suyu şişeleyip satıyoruz.
Soru: Bursa'nın kapasite nüfusu kaç? Bu kadar sanayi, bu kadar fabrika, bu kadar tüketim sürdürülebilir mi? Bu soruyu soran var mı?
2. Tarımda Vahşi Sulama Dramı: Bursa Ovası hâlâ 19. yüzyılda yaşıyor. Modern tarım dünyası damla sulamaya, hassas su yönetimine geçmişken, burada salma sulama devam ediyor. Sonuç? Kullanılan suyun %60'ından fazlası buharlaşıyor, derinlere sızıyor, israf oluyor.
Yani tarlamıza döktüğümüz her 10 kovadan 6'sı bitkiye değil, havaya gidiyor. Ve biz hâlâ "yağmur yağmıyor" diyoruz.
3. Yeraltı Sularına Kıyımsız Saldırı: Kontrolsüz kuyu açımı, denetimsiz pompaj... Yeraltı su seviyeleri her yıl biraz daha düşüyor. Bu sular sadece evlerin musluğuna değil, barajları besleyen akışlara da gidiyor. Yani yeraltından çektiğimiz her damla, barajlara ulaşmayan bir damlaya dönüşüyor.
Maden ocakları da cabası: Nilüfer Barajı çevresindeki volfram madenleri su seviyelerini düşürüyor, kaliteyi tehdit ediyor.
4. Plansız Büyümenin Faturası: 1980'lerde 400 bin nüfuslu şirin bir şehirken, bugün 3 milyona yaklaşan bir metropol Bursa. Altyapı güncellendi mi? Hayır. Su kaynakları artırıldı mı? Yetersiz. Şebeke kayıp-kaçak oranı %25-30 seviyesinde, yani her 4 bardak sudan biri yere akıyor.
Ve en vahimi: Çınarcık Barajı doluyken kullanılamıyor çünkü arıtma tesisi tamamlanmamış. Sorun su yok değil, vizyon ve uzun vadeli düşünmek yok.
İklim Değişikliği: Suçlu Değil, Açığa Çıkaran: İklim değişikliği tüm bu sorunların üzerine tuz biber ekmekten başka bir şey yapmadı. Zaten kırılgan olan sistemi çökme noktasına getirdi. Ama sistem sağlam olsaydı, bir miktar kuraklık bizi bu hale getirmezdi.
Karşılaştırın: Aynı iklim koşullarına rağmen bazı Avrupa kentleri su yönetimi sayesinde ayakta kalıyor. Çünkü onlar şunu anladı: "Ne kadar nüfus, ne kadar sanayi, ne kadar tarım yapılabilir?" sorusunun cevabı vardır. Ve o cevap sınırsız değildir.
Kızım Sana Diyorum, Gelinim Sen Anla: Bursa'nın yaşadığı bu dram, Türkiye'nin sanayileşen her kentine yönelik hayati bir mesajdır. İstanbul'a, İzmir'e, Ankara'ya, Gaziantep'e, hepsine: Suyun bittiğini ancak kesildiğinde anlayacaksanız, çok geç kalırsınız.
Sorunu "yağmur yağmıyor" diye özetlemek, koltuk değneğine yaslanmaktır. Gökyüzüne bakıp iklim krizcilerini suçlamak, kendi ayaklarımızın altında dönen faciayı görmezden gelmektir.
Gerçek şu: Musluğu sonuna kadar açan sanayiyi, tarlayı vahşice sulayan zihniyeti, yeraltını boşaltan denetimsizliği, şehri plansız büyüten kayıtsızlığı, altyapıyı yenilemeyen umursamazlığı görmezden gelip, sadece "kuraklık var" demek, kendi kendimize yalan söylemektir.
İklim değişikliği kapıyı çalıyor, evet. Ama o kapıyı ardına kadar açık bırakan, havzalarını kirleten, kaynaklarını şişeleyip satan, suyunu "sonsuz" sanan ve "sınır nedir?" diye düşünmeyen biziz.
Sonuç: Bu sadece Bursa'nın değil, gelecekteki her kentin hikâyesi olacak — eğer "eldeki suyu nasıl yöneteceğiz ve nasıl gelişeceğiz?" sorularını sormaya devam etmezsek.