Bostancı Kasaplar Çarşısı'ndan çıkan bir dünya starı Nusr'et!

Bir tuz fırlattı ve kaderi değişti…

Meselenin böyle olduğunu zannedenler çok yanılıyor…

Bundan 20 sene önce hiçbirimiz tasavvur bile edemezdik birinin kasaplık yaparak dünya starı haline gelebileceğini…

Ama sosyal medya sağolsun; artık tek bir hareketle dünyanın öbür ucunda bile şöhret olmak mümkün.

Bir kare fotoğraf sizi bir anda, çok ünlü şahsiyetlerden biri haline getirebiliyor.

Bizim kasap Nusret de bugünlerde o tuz fırlattığı kendine has hareketiyle ‘global star’ olmanın keyfini çıkarıyordur eminim.

EN HAŞMETLİ ADİSYONLARIN EFENDİSİ!

Aslına bakarsanız biz onu uzun zamandır tanıyorduk.

Kapısındaki devasa kuyruklardan, insanları ürküten haşmetli adisyonlardan, ünlüler ve zenginlerin adeta bir Haç merkezi haline getirdiği mekanından biliyorduk.

Peki bu ışıltılı filmin perde arkasındaki gerçek hikayesi neydi?

Hazır şu günlerde onunla ilgili bu kadar toz kalkmışken ben de eski defterleri karıştırıp, zamanında onunla yaptığım röportajdan Nusret’in akıllara durgunluk veren seyr-ü seferini baştan kaleme aldım.

Buyrun efendim...

Hikayemiz Erzurum’da başlıyor. Maden işçisi bir babayla ev hanımı bir annenin beş çocuğunun, sondan ikincisi olarak açıyor hayata gözlerini.

Ailece, o iki yaşındayken Darıca’ya göç ediyorlar. Bütün eğitim hayatı da Darıca’da geçiyor ama kendi ifadesiyle zaten topu topu beş yıl okumuş.

Maddi sıkıntılar nefes aldırmıyor o yıllarda aileye.

13 yaşındayken, abisinin yanında Bostancı Kasaplar Çarşısı’nda başlamış mesleğe.

Ete dokunması bile yasakmış ilk yıllarda.

Sonra terfi etmiş, çırak olmuş ve etin kemikten sıyrılma vazifesini üstlenme mertebesine erişmiş.

Yedi yıl sürmüş bu çıraklık macerası.

Müthiş yeteneği daha o yıllarda fark edilmiş ve küçük bir seyyar tezgahtan kıyma çekip, kuşbaşı yapmaya başlamış.

Derken askerlik yılları…

Ve hemen sonrasında da İstinye Park’taki mekanda, adını sektöre altın harflerle yazdırmaya başladığı ‘kasap sorumluluğu’ günleri…

BANA SORARSANIZ CİN GİBİ BİR ADAMDIR NUSRET

Kimi ölümüne eleştirir, kimi manasız bir hayranlıkla bağlıdır ona ama bana sorarsanız cin gibi bir adamdır Nusret.

Hangi müşteri nasıl et sever, kim kuzunun neresini yer, hepsini müthiş bir dikkatle kaydeder zihnine.

Pişirdiği etleri bizzat elleriyle servis eder ve daha o yıllarda kendi PR’ını yapmaya başlar.

Müşteriler arasında hızla yayılır namı.

İnsanlar birbirlerinin kulaklarına “Günaydın’a gittiğinde mutlaka Nusret’i bul” diye fısıldarlar.

Biri bu kadar patlar da patronu bundan rahatsız olmaz mı?

O kariyer basamaklarını hızla tırmanırken, yönetim bir anda geldiği yere yani Bostancı’ya göndermeye kalkar Nusret’i.

Bizimki taviz vermez.

Toplar kardeşlerini vurup kapıyı çıkar.

Armutlu’daki Dükkan Steakhouse’un da en popüler olduğu zamanlar…

Mekanın patronunun yanına gider “Abi üç kardeşiz, bizi işe al gerisini düşünme” der.

Karşı taraftan “Nusret, ben sana döneceğim” cevabı gelir ama bir türlü ses çıkmaz.

15 gün sonra yokluğunu derinden hisseden Günaydın’ın patronundan bir telefon alır: “Biz seninle baba oğul gibiyiz, etle tırnak ayrılmaz.”

Bostancı’ya sürgüne gönderilen Nusret’e, bu defa Nişantaşı teklif edilmiştir.

SEN KASAPSIN, KASAP KAL

Fakat kıskançlık ve haset bir türlü bırakmaz yakasını.

“Sen kasapsın, kasap kal derler” derler; “Tezgahın önüne geçmeyeceksin, müşterilere servis yapmayacaksın.”

Boşluktadır…

Ne yapayım diye düşünürken aklına etin anavatanı Arjantin gelir.

Sağdan soldan topladığı 3-5 kuruşla uçağa atlayıp, Buenos Aires’e gider.

Hani “Kader gayrete aşıktır” diye bir laf var ya, Nusret’inki de tam o misal.

‘Hello’dan başka İngilizce, ‘Hola’dan başka İspanyolca sözcük bilmemektir.

Ama muazzam bir azmi ve hırsı vardır.

Uçaktan indiği gibi konsolosluğun yolunu tutar.

EROTİK BUTCHER’İN ARJANTİN SEFERİ

Ticari ateşemize “Abi ben et işi yapıyorum. Çiftlik, kesimhane neresi olursa olsun bana bir yol göster” diye ricada bulunur bizim ‘Erotik Butcher’.

Bir ay orada kalır. Daha sonra ikinci bir Arjantin seferine daha çıkacaktır

Bu defa 3 ay takılır etin başkentinde.

Öğrenme azmi dur durak bilmez.

Ne yapar eder, Amerikan vizesini kapıp yeni dünyada da et ve kasaplık konusundaki ‘alaylı master’ına devam eder.

Ve döndüğünde hayatını değiştiren o adamla karşılaşır;

Mithat Erdem.

Bu arada Kenan Doğulu, Orhan Gencebay ve Ajda Pekkan’dan da ortaklık teklifi gelmiştir bizimkine ama Nusret akıllıdır; bir ünlü yerine, bir iş adamıyla ortaklık yapmayı tercih eder.

Kendisine o kadar güveniyordur ki el sıkıştıkları gün “Altı ay sonra sana para sayma makinesi alıp geleceğim” diye söz verir ve

gerçekten de dört ay içinde yatırımın yarı parasını geri öder.

HAYATININ EN BÜYÜK İKİNCİ ARMAĞANI FERİT ŞAHENK

Tanrı’nın ona en büyük ikinci armağanı ise Ferit Şahenk’le tanıştığı andır.

Birbirlerini çok severler.

Aralarındaki bağ öylesine güçlüdür ki, dedikodulara göre gözünü hiç kırpmadan altı milyon dolarlık bir bütçe koyar önüne.

Nusret de “Ferit Bey isterse akar sular durur” der ve müthiş bir hevesle soyunur bu işe.

Sonrası malum Allah yürü ya kulum demiştir ve ikisi adına her şey tam gaz gitmeye devam eder.

Artık Nusret’e İstanbul dar gelmeye başlamıştır; Dubai şubesi açılır.

Bizim Bostancı Kasaplar Çarşısı’ndan çıkan Nusret elleriyle krallara servis yapmaktadır.

Etleri kesmekteki maharetini sosyal medyayı kullanmakta da gösterir. Kimileri verdiği pozları ve videolarını ‘amele’ bulsa da, kısa sürede ülkenin Instagram fenomenlerinden biri haline gelir.

Türkiye’nin bütün şöhretleriyle çoktan ahbap olmuştur, Dolce Gabbana’nın patronu Stephano’yla bile yakın dostluk kurar.

Her fırsat bulduklarında yazışırlar.

Yeni modelleri çıktığında Gabbana’nın bizzat kendisi ya da stilistleri “Bu ürünler sana çok yakışır” diye hemen haber gönderirler Nusret’e.

Gelelim sadede…

İster “Varoş” deyin, ister “Ahbap-çavuş ilişkileriyle geldi buralara”.

İster “Bir porsiyon eti kuzu fiyatına satan kazıkçı” diye niteleyin, ister “Arkasında büyük bir PR ajansı var”…

Bana sorarsanız Nusret, sadece ilkokul diplomasıyla Ferit Şahenk gibi bir adamla gencecik yaşında ortak olmayı başarmıştır.

Az şey mi!

Röportajımızda ettiği bir cümle hala aklında; “Abi en büyük hayalim, Ömer Faruk Sorak’ın bir gün belgeselimi çekmesi.”

Ancak o ropörtajı yaptığımız günden bu yana köprünün altından çok sular aktı.

Bu saatten sonra Nusret’e, Coppola ‘Baba 4’te başrol verirse kimse şaşırmasın.

Bizim oğlan da zaten gözümüzün önünde bu merdiveni tırmanmıyor mu süratle?

Tüm yazılarını göster