Bir de diğer yandan bakıp okusak

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Covid 19 ülkemize düştüğü günden itibaren ona, hep sağlık açısından baktık.

Normal.

Her canlı, canına tehdit algıladığında önce hayatta kalmaya bakar.

Biz de öyle yaptık.

Ve fakat aradan zaman geçti, epeyce şey yaşandı.

İyileşen tanıdıklar, yaşamını yitiren yakınlarımız oldu. Felakete alıştık.

Şimdi. Bu virüs konusuna biraz da başka açılardan bakmamız gerekiyor. Yandan, arkadan, çaprazdan.

“Kaos ve iletişim” derslerinde yıllardır söylediklerimizi şimdi, yeni yeni söyleyenler çıkmaya başladı.

“Bu virüs gidecek ama başka virüs gelecek.”

“Küresel elektrik kesintileri yeni felaket olacak.”

“Dijital virüs istilasına hazır olun.”

Vs. Vs.

Doğa dışı, insan kaynaklı felaketlerin belirli amaçları vardır, yoksa neden çıksın ki?

Bu satırların yazarının ismi Mr. Harari ya da Mrs. Robinson olsaydı  gördüğü ilgi gözleri yaşartırdı.

Maalesef ülkemiz, bizden olanı sıradanlaştırıp, bizden olmayanı el üstünde tutmaya pek teşne.

Kötü gen.

Virüs salgını da içinden insan geçen tüm krizler gibi, garibanın aleyhine, sermayenin lehine işledi.

2001’deki krizini hatırlarsanız, 33 bin bankacı işsiz kalmış, ne iş bulurlarsa yapar olmuşlardı.

Sermayedarlar işten çıkarmalar için timsah gözyaşları dökerken aslında, bilgisayarlaşma sonucu yük haline gelen insan gücünden kurtulmuşlardı.

Bugün de öyle oldu.

Evlere tıkılıp dijitalleşme üzerinden hayatı sürdürürken pek çok insan işini yitirdi ve korkarım, salgın bitse de birçoğu yeniden işlerine dönemeyecek.

Sayısı azalan çalışanın 8 saatlik mesaisi, 24 saate yayıldı. Evden çalışma övgüleri arasında patronlar evlerin içine girdi.

Çalışma Bakanlığı’mız bu konuda hiç ses etmiyor.

Kumar oynamaya bile dernek kuran insanımızdan “dijital haksızlıklar” konusunda çıt yok.

Kadınlar yüzlerce yılda elde ettikleri hakları farkında olmaksızın erkeklere teslim ettiler. Evden çalışan kadın, iş+ev işi+çocuk üçgenine sıkışıp kaldı.

İnsan ilişkileri mağara döneminden bile geriye gitti ve bunun aşısı falan da yok.

Asıl tuhaf olan ise, bu istila karşısında ne iktidar partisinin bir stratejisi var, ne de muhalefet partileri konfor alanlarından çıkmaya niyetli.

AK PARTİ’DE NELER OLUYOR?

Her gün AK Parti’den yeni bir dedikodu yükseliyor.

İstifa ettiği söylenen bakan isimleri havalarda uçuşuyor.

Kabine değişimi olacağı söyleniyor.

Geçen gün Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Fatih Çekirge’ye söylediklerini okudum.

“Kadrolarımızda yüzde 70 gibi yüksek bir oranda yenilenme ve gençleşme oldu” dedi.

Buradan sonra yazdıklarımı “siyaset yorumcusu” olarak ekranları dolduran arkadaşlara hizmet niyetine okuyun.

Bir, 20 yıldır iktidarda olan bir partinin yüzde 70 değişim gerçekleştirmesi iyi de, o yüzde 70’i, geride kalan yüzde 30 yönlendirecekse sonuç beklemek sürpriz olur.

İki, elbette kabine değişecek. Performansı sıfıra yakın isimler olduğu apaçık ortada.

O isimleri buraya yazarsam ya adım bir kez daha “kahin”e çıkar ya da sırf isimleri yazıldı diye hak etmedikleri koltuklarda oturmaya devam ederler.

Üç, aylar önce yazdım, asla birleşmemesi gereken bakanlıklar birleşti, ayrılmaları gerek diye.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı mesela. Söylemesi bile uzun.

Kültür ve Turizm Bakanlığı kesinlikle.

Çevre ve Şehircilik gibi biri diğerini reddeden iki kavram hangi mantıkla birleşir acaba?

Ve neden üç yanı denizlerle çevrili, içinden de deniz geçen ülkemde, Denizcilik Bakanlığı olmaz? Yine beklemiyorum ama sürprizlere açık olmak istiyorum.

İktidar partisinin 24 Mart Kongresi’nin Türkiye ve kendileri açısından bir dönüm noktası olacağını düşünüyorum.

Bu düşüncemi iktidar destekçileri iyiye, muhalefet destekçileri kötüye yormak isteyecektir.

Sonucu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı belirleyecek.

“TEŞKİLÂT”

TRT 1’de yeni bir dizi başladı: Teşkilât.

Tanıtımı epeyce görkemli olduğundan ve MİT’in ilk kez kapılarını açmış olmasından, saatinde oturdum ekran karşısına.

Yapım şirketi ve TRT bütçede hayli cömert davranmışlar.

2007’de “Tanklar ve Sözcükler”de yazdığım gibi, ABD’nin algı yönetimi taktiklerine geçilmiş. Dizide de Amerikan dizi üslubu seziliyor.

MİT’in “Kale”sini bir dizi aracılıyla açması hayli çarpıcı. Bunu 2005’de BM “Interpreter” filmiyle yapmıştı.

“Teşkilât”ın konu seçimi de yerinde olmuş. Karanlık bir dünyanın kapılarını açmak cesurca bir adım ve kutlanması lazım.

Görüntü yönetmeni, kurgu kusursuz.

Türk bayraklı uçaklar, SİHA’lar, “polis” yazan helikopterler gözden zihne girmek için iyi düşünülmüş.

Madem algı yönetimine hizmet eden bir dizi yapıldı, konu alanıma girdiği için birkaç öneride bulunmam lazım;

Bir, jenerikte “Teşkilât yazı grubu” yazdığına göre diziye özel bir yazı grubu oluşturulmuş.

Yazar arkadaşlar akışa ayırdıkları dikkati diyaloglara da ayırmalılar. Mevcut haliyle diyaloglar ilkokul müsameresi tadında.

İki, böyle bir dizi için psikolog, iletişimci gibi kesimlerden bir ön izleyici ekibi oluşturulması gerekirdi. Sen, ben, bizim oğlan arasında olmaz bu işler.

Üç, “Türklük” vurgusu dikkat çekiyor ama algıda MİT’e pozitif yön bekleniyorsa, daha evrensel kavramlar da öne çıkmalı, aksi halde kendin pişir kendin ye gibi olur.

Dört, dizinin başında Mesut Akusta’nın seslendirdiği metin çok uzun, etkiyi düşürüyor.

Anılarına dizi çekilen kahramanların isimlerini sıralayıp, “Bazı kahramanlar vardır, ölmeden ölürler” (sanırım böyleydi) kısmı yeterliydi, uzatmak gereksiz olmuş.

Beş, düşman sembolü logo üzerinde yeterince durulmamış.

Bu haliyle de izlenir elbet ama daha iyisi neden olmasın?

KADINLAR GÜNÜ SAYIKLAMALARIM

Sanırım en çok neyimiz yoksa ondan söz ediyoruz.

Kadınlar günü mesajlarına boğulduk.

Kafamdan bir bir cümleler geçti;

Mesela, her yerde kadının özgürleşmesinden söz edip, pek çok baskıyı göze alarak “Kadının Adı Yok”u yazan Duygu Asena’nın öncülüğünü hatırlayan olmaması acıklı.

Mesela, mesajlarda çokça geçen “emekçi kadın” ifadesi ne anlamsız. Biri bana “emekçi” olmayan kadın söylesin.

Mesela, Samsun’da çocuğunun gözü önünde vahşice annesini öldürmeye kalkan adama kızdık da, koşup kadını kurtarmak yerine pencereden çekim yapanı alkışlayacak mıyız?

Mesela, İspark’da çalışan kadınları öne çıkaran reklam ne güzel diyebilirdik o kadınların birinin ağzına Ekrem İmamoğlu ismini yerleştirmeselerdi.

Özeti, insana insan, canlıya canlı olduğundan saygı duymaya emek harcasak, ayrımcılığın her türüne karşı durmayı başarsak böyle günlere hiç gerek kalmaz.

BENCE

Üç çocuklu ve eşi yevmiyeyle çalışan 40 yaşındaki Emine Yuva, “Reklamlar başlayınca televizyonu kapatıyorum” diyor. Rüyasında kendini çocuklara köfte yaparken görüyormuş.

Reklam Denetim Kurulu bu sözlerden sonra kendi kendini imha etmeli.

Kaz Dağları’ndaki orman katliamına neden olan altın arama işinin sona ermesine sevindiğim kadar hiçbir şeye sevinmedim. Darısı Milas ormanlarının başına.

“Bu seçim döneminde ne olacağını kendim açısından bilmiyorum” diyen Ali Koç’un iletişim üzerinden durmadan harakiri yapmasını eğlenceli buluyorum.

Sözcü Gazetesi’nin kurucusu Ertuğrul Akbay mezarı başında anılmış.

Medya, gazetecilik kuruluşları ve muhalefet dünyasından bir Allah’ın kulu törene katılmamış. Hadi “meyhanede memleket kurtaracağız” desek hepsi orada olur ama.

Vedat Milor, “Özledim seni meyhane” demiş. Halbuki özlediğimiz meyhane değil, meyhaneye gitmeye değer bulduğumuz dostlar.

Oyunculuğuna bayıldığım Bennu Yıldırımlar seksi olmayı “Çalışan beynin gözlerden dışarıya fırlaması” olarak tanımlamış.

Zekâ düzeyiyle, seksi fırlama arasında bir ilişki var. Zekâ düzeyi sorunlu olanlar beyinden fırlayanı değil bedenden fırlayanı seksi buluyorlar.

Şenol Güneş teneke içinde midye yediği o yokluk günlerini özlüyormuş. İnsanlık için asıl trajedi çocukların yokluk hissini tanımadan yetişmesi.

Altan Karındaş’ı kaybettik. Ardından oyunculuğu yazıldı. Halbuki Karındaş gelmiş geçmiş en büyük seslendirme sanatçılarındandı. Bıcır’la Gıcır’ı hatırlayan var mı?

Teoman “Hayatımda biri olmayacak” demiş, gül gül öldüm. En son “müziği bıraktım” dediğinde “Bakın görün birkaç aya varmaz döner” demiştim.

Bu arkadaşın söyledikleri ciddiye alınmamalı.

SELİM İLERİ ÖLMEDEN

Biz biraz ölü sevici bir milletiz. Değerlerimizi yaşarken değil de ölünce güzellemeyi seviyoruz.

Doğan Cüceloğlu öldüğünden bu yana onla yatıp onla kalkıyoruz. Kendisi görse “Bilseydim daha önce ölürdüm” diyecek o kadar.

Selim İleri yüksek tansiyondan hastaneye kaldırılınca aynı şey olacak diye panikledim.

Neyse ki sağlığı iyiymiş, uzun yaşasın.

O yaşarken hakkında diyeceğimi diyeyim.

Selim İleri ülkem romancılığının en naif, en usta kalemlerinin başında geliyor.

Kitaplarındaki karakterlerde de benzer inceliği seziyor insan.

Zamansız bir yazar.

“Pencereleri açmak boşunaydı, sevdiğinin olmadığı yerde hava yoktu.”

“Anısız insan yalnızlık çekmez.”

“Kendisi olamamışlar kıskanır.”

Ve daha ne satırların yazarı.

Çok geçmiş olsun Selim İleri, ölü sevicilere inat uzun yaşa.

FUTBOLDA HAKEM SORUNU

Her maç sonu hakemler tartışılıyor. Tartışmayı bitirmesi için gelen VAR sistemi tartışmaları daha da artırdı.

Bu konuda en doğru yorumu 12 yaşındaki yeğenim Aral yaptı.

“Halacığım” dedi, “hakemlerin tamamı eleştiriliyor. Bence onlar kötü niyetli değil. Sadece iyi eğitimli değiller.”

Doğru sözü çocuk biliyor.

Türkiye Hakem Komitesi’nin hakem eğitim seminerleri evlere şenlik. O sistem sürdükçe sorunlar çözülemeyecek.

Biraz akıl. Hepsi bu.

AKLIMDA KALAN

Kadınların erkek tarzı:  Oyuncu Esra Dermancıoğlu’nu sevgilisi üzerinden eleştiriyorlar. Herkesin hayatında olmasını istediğim kadınlardan birine sevgilisi üzerinden laf sokulunca canım sıkıldı. Adam yakışıklıymış, Esra Hanım güzel değilmiş. Hayata ve ilişkilere fiziksel niteliklerden bakanların özel yaşamları her zaman enkazdan ibaret olacak. Hep bir şey eksik hissi yakalarını bırakmayacak. Halbuki aşk kapıyı çalınca ne kadınların ne de erkeklerin tarzından söz edebiliriz. Bakışlarının tarzı uyuşmuşsa yeterlidir. Anlatabildim mi?

Tüm yazılarını göster