Ben seni uyandım 

Şimdi şu anda Ay hilalken, ben yıldızların içine düşmüşken... Bir boz adada, gündüz mavi olduğunu bildiğim gece karanlığa çalan denizin ortasında...

Ah gerekli ekipmanım yok bu anı bir fotoğraf karesine hapsedip, paylaşmaya... Ve bu anın tüm güzelliği de bundan geliyor; paylaşılamamasından.

Yıldızları izlediğim o büyülü ana usulca dedim ki "Öyle güzelsin ki seni kimseye anlatmayacağım" ama tam da şu anda büyüyü bozmakta ve anlatmaktayım. Kahrolayım ben!

Bir ihtiyar bilge adama denk geldim bu gece. Ona dediler ki "Demet şöyle, böyle..."

"Bana anlatmayın" dedi ve bana dönüp devam etti: "Ben seni uyandım."

Onca kelimeyi art arda dizer söylersin, anlatırsın, uzun uzun makaleler kaleme alırsın, kitap yazarsın; biri çıkar bir laf eder ve hepsini bitirir.

"Ben seni uyandım." Karşındakini ne güzel bir anlama ve anlatma biçimi. Hayran kaldım.

Ah gece... Ah bu çok geçmiş zamanın gökteki resmi... Ah yaşamın masmavi hali...

Ben seni uyandım. Koca, kalın bir kitaptın. Okudum. Kapağını bile açmadan seni tamamladım.

Beni uyan!

***

Hayır, hayır şiir yazmadım. Ya da ben şairim bir kitabımda dediğim gibi ama şiir yazmam.

Ne acı her şey öylesine hızlı ki kimsenin kimseyi uyanacak vakti yok, sabrı yok ve en acısı arzusu yok.

Kimse kimseye aymıyor. Kimse kimseyi anlamıyor. Şıpsevdi, hercai kolaycılar aşkı da mırdar ediyor, anlamı da, yaşamı da.

***

Öyledir bu toprakların insanı. Abdallı, dervişi, âşığı, delisi... Hayatı tek bir cümleye sığdırmış bilgeler diyarında bugün sığ bir liman gibi çoğu insan, yanaşmaya çalıştığımızda gemilerimizi batıran. 

O gönül zenginlerinden kimi "İnsan çektiği cefaya âşık olur" der ve binlerce bilimsel araştırmaya, yüzlerce yıl süren anlam arayışına noktayı koyar.

Kimi "Senin benle geçinmeye gönlün var mı" diye sorar ve bir dolu iletişim stratejisini, ilişki becerilerini çöpe atar; gönülden istemenin, kalpten yapmanın önemini anlatır.

***

Eski zaman seyyahları böyle işte! Hem kendi içine iner, hem dünyayı adımlar, hem de kainatın sırrına ererlerdi.

Öyle bizim gibi her yediğini içtiğini, her bir adımını fotoğraflayıp göstermezlerdi.

Anın içine düşer, orada nefes alırlardı. Şair andaki kişidir, evet.

Bir bilgiyi alıp adım adım insanlara taşırlardı. İnsanlardan aldıklarını önce kendi kalbine sonra başka yüreklere hediye ederlerdi.

***

Ne demiş Âşık Mahzuni Şerif 'Seyyah Oldum' türküsünde?

"Seyyah oldum pazar pazar dolaştım

Bir tüccara satamadım ben beni

Koyun oldum kuzum ile meleştim

Bir sürüye katamadım ben beni

Ben beni kendimi canımı özümü."

Kendimizi bir mal gibi pazarlarken, tüccarın gözüne girmeye çalışırken asıl satışa çıkardığımızın ruhlarımız olduğundan haberimiz yok. 

Bu yüzdendir, derler ki "Bir âşık ya seyyahtır ya da deli. Bir seyyah ya delidir ya da âşık. Bir deli ya âşıktır ya da seyyah."

Ne seyyah kalmış, tüm dünyayı avuçlarımıza sığdıran dokunmatik ekranlı hayatlarımızda, ne âşıklar, ne de deliler.

***

Pek çoğumuz aynı yataklarda birbirime uyanıyoruz da birbirimizi uyanmıyoruz.

O zaman söze, sese gerek yok! Bu yüzden, tamamen bu gereksizlikten sessizliği, yalnızlığı seçiyoruz. O zaman usta Halil Cibran söylesin son sözü:

"Rüzgar doğuya esiyor" dediğin zaman "Evet, doğuya esiyor" derim. Çünkü düşüncelerimin rüzgarda değil, deniz üzerinde dolaştığını bilesin istemem.

Denizlerde gezen düşüncelerimi anlayamazsın, zaten anlamanı da istemem. Bırak denizimle baş başa kalayım

...

Senin için gündüz olduğu zaman dostum, benim için gecedir. Böyle olsa da ben yeşil tepelere değerek oynayan öğle vaktini, vadiden süzülen mor gölgeleri anlatırım. Çünkü sen ne karanlığımın türkülerini duyabilir, ne de yıldızlara çarpan kanatlarımı görebilirsin. Görmemenden, duymamandan hoşnudum ben. Bırak gecemle baş başa kalayım.

Tüm yazılarını göster