BAŞKA TÜRLÜ DÜŞÜN BAŞKA!

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Tanık olduğumuz olaylar, 2000’den önce doğmuş olanları hayrete düşürüyor. O kadar ki, hayretten hayrete düşmekten duyguları felç olmak üzere.

2000 sonrası doğumlular “Ne var bunda” deyip geçiyorlar.

Son hayrete düşülen durum, tekno-milyarder Musk’ın çocuğu kucağında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaretiydi.

Pardon son hayrete düşülen o değildi, ondan sonra hayretlik bir durum daha oldu, aşağıda anlatacağım.

Musk’ın kucağında çocuklu ziyaretini akıl yoluyla açıklama derdine düşenler yüzlerce soru ve yorum yazdı instagram hesabımda.

Çünkü 2000 öncesi doğanlar “Akıl her şeyi açıklamak zorunda” derler.

Aklın açıklayamadığı ya “delilik”le etiketlenir ya da “spiritüel”likle.

Peki bilinen en zeki insanlardan olan Musk (normal insan IQ’su 100 iken onunki 155!) “deli” olamayacağına göre, durumu “X” harfinden spiritüel yolla açıklamaya kalkanlar var.

Gelelim son hayretlik konuya.

Yunanistan’da ana muhalefet partisinin başına Stefanos Kasselakis seçildi.

Hem de akılla asla açıklanamaz biçimde.

Yunanistan’da liderleri parti üyeleri doğrudan seçiyor, bizdeki gibi delege ucubeliği yok.

SYRIZA üyeleri seçti Kasselakis’i.

Muhalif seçmenin sol partileri için uygun buldukları liderin niteliklerini (!) sıralayayım;

ABD’de yaşıyor, Yunanistan’a uğrayıverdi, seçildi.

Siyasetle hiç ilgilenmemiş. Sadece son seçimlere milletvekili adayı olarak davet edilmiş, onu da kaybetmiş.

ABD’nin en önemli finans kurumlarında çalışmış. Kapitalizmin ağır sonuçlarından muzdarip olan Yunanlara umut vadeden yine bir kapitalist.

Neoliberal.

Askerliğini yapmamış, seçildikten sonra askere gidiyor, seçilmeseydi gitmeyecekti.

Gay olduğunu saklamıyor, “Ben gay’im, bu da eşim” diye açıklamalar yapıyor.

Açık sözlü.

Peki nasıl oldu da seçildi?

Devamlı okurlarım hatırlayacaktır, Zelensky Ukrayna’da seçilince çokça yazı yazmıştım. “Bir komedyen ülkeyi yönetebilir mi” üzerine.

Sığ kafalar komedyenlerle sorunum olduğunu sandılar, sonuç işte ortada.

Ukrayna ABD’nin çıkarları adına savaşarak heba oluyor.

Aynı şey Yunanistan’da gerçekleşiyor.

Akıl dışı gibi görünen, aslında kocaman bir aklın ürünü.

Ülkeyi ekonomik krizle boğ, yönetenlere başarısız sonuçlanacak reçete dayat.

Halkın mevcut düzenden umudunu kesmesini sağla. Sonra önlerine mevcut düzeni ters yüz etmek dışında özelliği olmayan birini koy.

Hem kendilerine benzesin hem de mevcut düzen neyi simgeliyorsa tersini simgelesin.

“Düzene itiraz” hasadı yap.

Seçilenlerin özelliği de, liderlik nitelikleri zayıf, kolay yönetilebilir olsun.

Başka türlü düşünmeyi başarırsan, hayrete düşmekten kurtulursun.

Akıl yine devrede ama bu kez yokmuş taklidi yapıyor ki kanımca en tehlikelisi bu.

NE KADAR DÜŞÜNDÜRÜCÜ

Bir, şiddeti ağırlaşan ekonomik krizde ev ve işyeri kira artışlarına çözüm getirilmeyince, mülk sahipleriyle kiracılar arasında krizler ayyuka çıkmış durumda.

Mülk sahipleri şiddete başvurmaya başladılar. En son bir kiracı, sokak ortasında öldüresiye dövüldü.

Tarihimizde ilk kez “ev sahibi terörü” diye bir kavramı icat etmiş olduk, ne kadar düşündürücü.

İki, Türkiye’nin en büyük bankalarından AKBANK’ın yönetim kurulu değişti. Sosyal medya ünlüsü ekonomist Özgür Demirtaş’ın da banka yönetimindeki görevi son bulmuş oldu.

Sosyal medyada binlerce takipçisine ekonomi hakkında ahkâm kesen birinin, bunca zaman en değerli bankalardan birinin yönetiminde olması ne kadar etik dışı ve de ne kadar düşündürücü.

Üç, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı gençlere 10 GB ücretsiz internet hizmeti sağlıyor. Ne güzel.

Ve fakat, benzer uygulamanın 65 yaş üzeri insanlarımızı da kapsamıyor olması ne kadar düşündürücü.

Dört, gün geçmiyor ki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na dair eleştiri ve şikayetler almayayım.

Eserlerin niteliksizliği, şefin yetersizliği vs.

Dünyanın en değerli orkestralarından olan gözbebeğimiz CSO’nun bu bağlamda konuşulması ne kadar düşündürücü.

Beş, ülkemizde ne kadar güzel deniz kıyısı varsa tecavüze uğruyor. Deniz gören ormanlık alanlarda yangın çıkıyor, yangın alanına ya site ya otel ya da villa yapılıyor.

Plajlar, kıyı şeridi işletmeler, oteller, lüks siteler tarafından gasp ediliyor.

Yasalar, yönetmelikler hiçe sayılıyor. Sahi “mavi vatan” kıyıları kapsamıyor mu? Her şey, herkesin gözlerinin önünde oluyor, kıyılarımızın sahipsizliği ne kadar düşündürücü.

Altı, bir ben öyle sanıyordum, “GSM şirketlerinin sattıkları GB kotaları ne çabuk bitiyor” diyordum.

Meğer yalnız değilmişim, pek çok insanın benzer düşüncede olması ne kadar düşündürücü. BTK konuyla bir ilgilenirse.

FİNALİ İNTİHAR OLAN DİZİNİN KAYIP OYUNCULARI

Sanat ve medya dünyasında kendi pisliklerini örten bir düzen var. Öyle güzel perdeliyorlar ki kimse görmüyor.

Güya en solcu, en protestocu, en hak hukuk savunucusu sanatçılar, kendi dünyalarına gelince “birilerini karşımıza alırız da iş yapamayız” korkusundan sus pus oluyorlar.

Instagram hesabımda “Sanat dünyasının büyük ikiyüzlülüğü” dediğim de buydu.

Ödül törenlerinde siyaset kurumlarına üst perdeden esip gürlüyorlar, bence sakıncası yok yapabilirler, kendi haksız düzenlerine gıkları çıkmıyor.

Geçen günlerde iki pırıl pırıl genç sanatçı intihar etti. İkisi de benzer sebepten, iş yapamadıkları için!

Onlar iş yapamıyor ama hangi diziye filme baksanız aynı isimler, mesela Nursel Köse, Hatice Aslan, Perihan Savaş, Yurdaer Okur, Burak Sergen vs.

Bazen bir dizide ölüp diğerinde hemen diriliyorlar. Bazen ikisinde aynı anda görünüyorlar.

Bir oyuncu var mesela, bu dizide avukatı oynuyor, diğer dizide suçluyu! Aynı anda.

Beş para etmez eserler (!) milyon liralara satılıyor, çok para etmesi gerekenlerin yüzüne bakılmıyor.

Siz ne ad verirsiniz bilemem ama ben bu ölümcül düzene, “menajer, cast ajans ve yapımcı şeytan üçgeni” diyorum. Sadece fark şu; bu üçgenin içinde olan yaşıyor, dışında kalan ölüyor.

SOSYAL MEDYA GÖSTERİŞÇİLERİ BÜTÇE AÇIĞINI KAPATMAYA YETER

Engin-Dilan Polat çiftinin zenginliklerini şımarıkça, daha çok da görgüsüzce sergilemelerine bir türlü anlam veremiyordum.

Göstermek istediklerini anlarım. Sonradan görmeliklerin kaçınılmaz sonucu olabilir, anlarım.

Önce lüks jip, sonra uçak, pırlanta mağazası hediye et, altın tozlu kahve iç, çirkince göze sok, çapları bu der, anlarım. Zira onlardan daha zengin pek çok insan vardır bu ülkede. Mesele kazanmaları değil, harcamaları.

Sosyal medya böyle soytarılıkları sever, bilirim.

Takipçilerini hipnotize etmeleri de, tüketim manyağı olmuş insanlar, ortamında normal.

Nesnelerin tutsağı olmak için yanıp tutuşan güruhun doymayan iştahına kendilerini sunmaları da olabilir.

Ve fakat, sınırsız para kazanmalarına yeten zekâları, “gösteri”lerinin hayranlarının aynı zamanda kıskanç cellatlar olduğunu fark etmelerine neden yetmez?

Peki, namlarıyla meşhur Maliye denetçileri, sosyal medyadaki gösterişçileri için geleneklerindeki “Nereden buldun” sorusunun peşine düşseler, ülkede bütçe açığı kalmayacağını nasıl unuturlar?

DİZİ ÖNERİLERİM

Dizi yazarı değilim ama okurlarım da bugüne kadar önerilerimden hiç pişman olmadılar.

Dizi sezonu açılırken birkaç öneride bulunacağım.

Ve elbette bu önerileri şahane senaryoları için yapmıyorum, bazılarında oyunculuklar, bazılarında görüntü yönetimi vs. önemli oluyor.

Pazar akşamları tercihinizi Fox Tv’deki “Kirli Sepeti”nden yana koyun derim. Kanal D’de “Yargı”, hem Ceylin’in tripleri hem de her olayın aynı kişilerle ilişkili olması aşırı sıkıcı hâl aldı.

Pazartesi Star’da “Ömer” izlenebilirdi. Yeni sezonda konuyu abartılı bir aşka bağlamasaydı. Çok şahane bir iş olduğu için değil, diğer kanallardaki daha beter olduğu için. Gökçe Bahadır oyunculuğu bana hep itici gelir.

Çarşamba Fox’da “Adım Farah” izlenir. Dudağındaki abartılı dolguyu görmemeyi başarırsanız, Demet Özdemir en iyi oyunculuğunu sergiliyor.

Cuma, Show Tv’de “Kızılcık Şerbeti” ya da Star’da “Yalı Çapkını” var, ikisi de olur. İkincisini hiç izlemedim ama.

AKLIMDA KALAN

Altın Portakal’ımızı da yediler üzüntüsü: İki saygın ödülümüz vardı, biri “Altın Portakal”, diğeri “Altın Kelebek”ti. Altın Kelebek’in kanatlarını el birliğiyle kopardılar, eşe dosta ödül dağıtır oldular. Kala kala elimizde Altın Portakal kalmıştı. Onu da defnettiler bu sene. Sanat ve elbette hayatın her alanı politiktir. Ne var ki, muhalifliğin sanat içerisinde bir zarafeti olmalıdır ki başarıya ulaşsın. Bizde öyle olmuyor, her sanat ortamı doğrudan eleştiri platformuna dönüşüyor. Gündelik yaşamda bir tek politik girişimi olmayanlar, konu festival, ödül olunca en büyük protestocu kesiliyorlar. Neden? Çünkü ortam müsait. Ortam kendisine yakın insanlardan oluşuyor, güvenli alandalar. Biz bunlara “tatlı su protestocuları” diyoruz. Daha komiği ise Demet Akbağ’ın “Film konuşacağım diye geldiğim ortamda politize olmayayım” diye çekilmesinden bile festivale muhalefet kahramanlığı çıkaran sığlıklara ne demeli? Ve elbette Antalya Büyükşehir Belediyesi ve organizatörlerin basit bir krizi çözmek yerine ellerine yüzlerine bulaştırmaları ne olacak? Aynı beceriksizlikle önce “ödülü iptal ettik” açıklaması, sonra “hayır etmedik, erteledik” komedisine ne demeli? Bir eleştirim de Kültür Bakanlığı’na. Gelenekselleşmiş ve ülkeye mâl olmuş film festivalinden çekilmek yerine, “siz çekilin” diyerek bu kerelik festivali uktesine alsalardı ne olurdu? Ki halâ geç değil.

Tüm yazılarını göster