Bab-ı Ali şer üçgeninin akıllara seza rant hikayesi

Onlar henüz yirmilerinin başında üç pırıl pırıl gencecik delikanlıydı. Hem dünyayı, hem de hayatlarını değiştirme konusunda kocaman hayalleri vardı. Birbirlerine adeta bağlılık yemini etmişçesine sadıktılar.

Uzun saatler süren sohbet sofralarında söyledikleri şarkı Yeni Türkü’nün “Çocuklardık, parlak yıldızlardık o zaman”ıydı. Ülkede bir gün devrim yapacaklarına cidden inanmış ve etraflarına pek çaktırmasalar da kendi hayatlarında da kariyer basamaklarını tırmanıp zengin olmak konusunda ant içmişlerdi.

Kader ağlarını örmeye başladı ve üçü de medyanın üç değişik mecrasında gazetecilik serüvenlerinin ilk adımını attılar. Aradan geçen uzun yıllar boyunca birbirlerine olan müthiş sadakatleri onların medyada güçlenmesi konusunda en büyük avantajları oldu.

AYNI BEDENDE ÜÇ ZİHİN GİBİ ÇALIŞIYORLARDI

‘Üç Silahşörler’e taş çıkartacak bir bağlılıktı onlarınki... Çünkü ortaklıkların en güçlüsüne sahiptiler; şer ortaklığı... Yazdıkları yazıları mutlaka birbirlerine okutuyorlar, gün içinde birbirlerine danışmadan adım atmıyorlar, adeta aynı bedende üç zihin gibi çalışıyorlardı. Eğer aralarından biri hata yapacak olsa hemen diğerleri devreye giriyor ve ne yapıp edip vaziyeti kurtarıyorlardı. Şimdiye kadar anlattığım yirmi beş yıllık bir maceranın ilk günleri… Gelelim şimdiki zamana…

BİRİNİ YETMEZ ÜÇÜNÜ TATMİN ETMEK ŞART

Bu üç ahbap çavuş, bugün medyanın çok önemli mecralarında çok önemli köşeleri tutmuş durumdalar.

Sonunda öyle bir hale geldiler ki yaptığınız şeyin birini tatmin etmesi yetmez oldu. Eğer üçünü birden “mutlu etmezseniz” ne çektiğiniz dizi, ne çıkardığınız albüm ne de yaptığınız film, onların kontrolü altındaki mecralarda asla yer bulamaz hale gelmişti.

Bütün sanat ve magazin camiasını kendilerine biat ettirmeye çoktan başlamıştı bu Bermuda Şer Üçgeni.

Perde arkasında elbette onlara akıl veren büyük abileri vardı ama o da kitabın ilerleyen sayfalarında okuyacağınız bir başka hikayenin konusudur.

Nasıl mı işliyordu bu çark efendim? Gelin size bu hayal perdesinin arkasında ipleri elinde tutanların düzeninin nasıl yürüdüğünü ayrıntılarıyla anlatayım...

Velev ki bir film çektiniz, bir dizi yaptınız ya da yeni bir albümünüz var...

Doğal olarak da ürününüzün insanlara ulaşabilmesi için medyaya ihtiyacınız olacak. Bu durumda ne yapılır; basın bültenleri hazırlanır, lansmanlar organize edilir, velhasıl çeşitli organizasyonlar düzenlenip ürünün medyada yer alması için mücadele verilir. Ama gelin görün ki bu işler hiç de öyle dönmüyor bu küçük ama cevval çetenin olduğu yerlerde. Aslında yapmanız gereken şey, son derece basit.

BÜTÜN YOLLAR ESKİ EŞLERE VEYA KARDEŞLERE ÇIKAR

Önce bunlardan birinin, bir yakınının kurduğu prodüksiyon ya da bir PR şirketinin kapısını çalacaksınız. Muhtemelen bu kardeş, eski bir eş ya da çok yakın bir dost olacak. Size kesilen faturanın bedelini hiç tartışmadan hilafsız kuruşu kuruşuna, gerekirse borç harç bulup sonuna kadar ödeyeceksiniz ve birkaç gün içinde göreceksiniz ki haberleriniz bu arkadaşların kontrolü altındaki gazetenin manşetinde, yapımcı oldukları programlarda birinci haber!

Haydi gelin bu üç ahbap çavuşu biraz daha yakından tanıyalım. Bunlardan biri Tilt Selo, öteki Camgöz Cengo, diğeri de perde arkasındaki en büyük hokkabaz, Ömo. Zaten parsanın en büyüğünü de gömen o.

Çoluk çocuk sahibi kocaman adamlar hepsi. Devrimi sorarsanız çoktan hayal oldu. Ama mesele kariyer veya servetse işte bu hayalleri gerçek oldu.

Ne yapıp ettiler, arkalarındaki ağa babalarının da desteğiyle hem kendilerine müthiş servetler kazandırdılar, hem de 80’ine merdiven dayamış amcalarına unutulmaz mutlu anlar yaşattılar.

Tarihin en onurlu mesleğini, tarihin en eski mesleğine dönüştüren arkadaşlardır aslında bu hikayede bahse konu ettiklerim.

Bu anlattıklarımı medyada sektöründe aslında bilmeyen yoktur. Zaten aslına bakarsanız, biraz da o emekçilerin üzerimdeki hakkı adına yazdım bu kitabı. Çünkü onlar üç kuruş maaş karşılığında evlerine ekmek götürebilmek için yıllardır İstanbul’un bir ucundan diğer ucuna taşınır durur ama bir türlü bu yel değirmenlerine taş atmaya cesaret edemezler.

BU ÜÇLÜ NE GENEL YAYIN YÖNETMENLERİ ÖĞÜTTÜ

Peki nasıl oluyor da her yayın yönetmeni değişikliğinden bu üçlü daha güçlü çıkmayı başarabiliyor?

Emekçilerin gözünün yaşına bakılmadan beş dakikada ipinin çekildiği medya dünyasında, bu modern rant üçlüsü varlıklarını her geçen gün nasıl daha da güçlendirerek koruyabiliyor? Medyanın içindeki bu paralel yapı, hangi dinamiklerle her dönemde koltuklarını korumayı başarıyor? Madde madde anlatayım da daha kolay anlaşılsın.

Bir: Öyle ya da böyle bütün magazin dünyasına “Eğer bize pastanın en büyük dilimini vermezseniz, sizi bu piyasada yaşatmayız” fikrini kanıksattılar.

İki: Kendilerinden olmayan herkese çelme takıp, iftira attılar, ayak oyunları yaptılar. Ama asla birbirlerine ihanet etmediler.

Üç: Varlıklarının sebebi olan ağa babalarının akla hayale gelmez her türlü isteklerini ve fantezilerinin kayıtsız şartsız yerine getirilmesini sağladılar.

Dört: Kendileri bu çetenin çelik çekirdeğiydi ama başka küçük dış halkalar kurarak onları da bu saadet zincirinin parçası haline getirdiler.

Beş: Öyle bir organizasyondu ki kurdukları, ne içlerine girebilmek mümkün ne de girdikten sonra aralarından ayrılabilmek mümkündü. Sadece sanatçıları, magazin dünyasının ünlülerini değil, koca koca kurumları ve onların PR şirketlerini bile kendilerine mecbur ettiler.

Tüm yazılarını göster